Kan revan (ve vegan)

 

Korku sinemasının ‘auteur’ yönetmeni, rock ve metal camiasının kıdemli yıldızı ve bir sıkı vegan... Müzik dünyasının en nevi şahsına münhasır karakterlerinden Rob Zombie yedinci stüdyo albümü “The Lunar Injection Kool Aid Eclipse Conspiracy” ile arz-ı endam etti.

Rob Zombie’yi, Grant Wood’un “American Gothic” tablosundaki çiftin oğlu olarak uçsuz bucaksızlığın ortasında bir çiflik evinde doğup büyümüş bir tip olarak düşünmek gayet ve gayet mümkün gibi. Yani zihniniz, hele bir de Amerikan sinemasının belli başlı suç hikayeleri ve korku filmleriyle biraz alakadar olduysanız, Rob Zombie’yi böyle ücra ve kanunun uğrayamadığı bir çiftlik evinde yetişmiş, gayet ‘tekinsiz’ biri olarak düşünmek mümkün. Saç sakal karışmış, sosyal hayat yolu o çiftlik etrafına düşmüş masum şehirli aileleri tedirgin etmekle şenlenen bir birey. 
Rutin hayatını birtakım şiddetli eylemlerle, sonunda kanın mutlaka döküldüğü etkinliklerle geçirdiğini tahmin etmenin de güç olmayacağı bir tip. Tuhaf ritüellere dahi sahne olabilir bu çiftlik. Tuhaf kilerler, merdiven altları, bordurm katları, sığınaklar... Duvarlarda asılı avlanmış ve akabinde doldurulup duvarlara asılmış türlü güzel hayvanın başı, boynuzu vesaire... Bunları da görmek şaşırtıcı olmaz. Ya da olabilir. Şaşırtıcı olabilir çünkü, Rob Zombie çizdiği imajla tüm bunları akla düşürebilen biriyken, tam tersi bir hayata sahip. En azından bildiğimiz kadarıyla.



 

Bir gün şehre bir panayır gelir

Robert ile Louise Cummings çifti panayırda çalışmaktadır. Özellikle Louise’in ailesi hep bu işlerdedir. O renkli, tuzaklı, cafcaflı panayır ortamlarının insanıdır bizzat. Bir yanda korku tünelleri diğer yanda atış yaparak çeşit çeşit hareket eden şeyi vurmaya çalıştığınız ve büyük ödülü kapmaya azmetttiğiniz standlar, uzun bacaklı insanlarla, ateş püskürtenlerle dolu o panayırlarda büyümüştür. Hatta ilk işi kucağında boyundan büyük bir pofuduk ayı ile panayır çadırları arasında gezmektir. 
Maksat, atış yaparak bunu kazanmış görünmek, müşterileri asla kazanamayacakları büyük ödüllerin peşinde para harcatmaya teşvik etmektir. Robert ve Louise’in iki oğlu olur. Onlar da panayır ortamında büyürler. Ta ki bir gün bir üçkağıt döndüğüne inanan kasabalılar panayırı silahlarla basıp, çadırları ateşe verene dek. Robert ve Louise çiftinin büyük oğlu Robert Bartleh Cummings’in, yani Rob Zombie’nin panayır hayatı o gün sona erer.

Fakat çizgi romanlar, televizyonda izleyebildiği tüm ürkütücü şeyler ve rock ile büyüyen Rob Zombie’nin müzikal konsepti de tam da o panayır kültürünün devamı gibi devam eder. 
Sahne şovları, kullandığı tüm temalar, görüntüsü, şarkılarında alıntıladığı film replikleri, sesler hepsinin kökleri çocukluğundan gelir. Instagram terapisti gibi bir teşhis koyma haline geçmeyelim tabii böyle, biz güzelce devam edelim anlatacaklarımıza. Mesela White Zombie ile...

White Zombie, Rob Zombie ile tanışmamızı sağlayan grubuydu. Rob Zombie solo albümler kaydetmeye başlamadan evvel, New York’u mesken tutan White Zombie ile dikkat çekiyordu. 1985’ten resmen dağıldıklarını açıkladıkları 1998’e kadar geçen 13 senede White Zombie adı rock’n’roll aleminde (ve metalci ortamlarda) gayet hatırı sayılır bir yere ulaşmıştı. 



Dracula değil, Dragula

Scream filmleriyle bir dönemin gerilim / korku filmlerinin geri döndüğü, Nine Inch Nails ve Marilyn Manson liderliğinde karanlık, gotik, elektronik müzikle rock’ı bir araya getiren tınıların sükse yaptığı günler White Zombie sonrası kariyerini coşturacak Rob Zombie için tam biçilmiş kaftandı. Kendi adına (ki bu noktada adını resmen Rob Zombie olarak değiştirdiğini de anımsatalım) piyasaya çıkan ilk şarkıyla Grammy kazandı Bay Zombie. Üstelik çocukluğundan beri sevdiği korku ve şok rock’ının piri Alice Cooperla birlikte yapmıştı şarkıyı. Şarkının adını unuttu bir bu satırlar. O yüzden Alice Cooper’dan, Grammy’lerden bahsederek zaman kazanmaya çalıştı. Neyse ki şimdi hatırladı, tekrar unutmadan, şarkının adı da “Hands of Death (Burn Baby Burn)” idi. 

 “Dragula” ise Rob Zombie’nin ilk solo albümü “Hellbilly Deluxe: 13 Tales of Cadaverous Cavorting Inside the Spookshow International” takdim etti dinleyicilere. Evet, uzun albüm adlarını seviyor Bay Zombie. Amerikan TV tarihinin kült işlerinden “The Munsters”a bir göndermeydi “Dragula” ismi, bizim komşu diyarların kanperver bireyi Dracula’ya değil. Ama ona da olabilirdi. Olabilirdi çünkü Rob Zombie’yi Rob Zombie yapan en büyük özelliklerden biri bu referanslar. Korku sineması, edebiyatı, televizyonu ya da aklınıza gelecek korku / gerilim kahramanları, antikahramanları, klişeleri, bunların hepsine yer var Rob Zombie şarkılarında, albüm kapaklarında, kliplerinde. 

Tabii bir de yönetmen Rob Zombie var. Kendine has filmleri ona Hollywood en uzun süreli serilerinden Halloween’in iki filmini çekme şansı verecek kadar ilgi gördü. Şiddeti estetize etmekte bir Kubrick değil tabii, veyahut kanı başrollerden birine oturturken Tarantino kadar iyi bir sinemacı da değil. Ama Bay Zombie’nin işinde çok başarılı olduğunu söylemek (ve bilmek) şart. Öyle ki deterjan reklamı çekiyor, onu bile uzmanı olduğu korku kültürünün içinden çıkarıyor. Google’lamak isterseniz “Rob Zombie Woolite Commercial” diye aratmanız kafi.

Bu yazı, bundan 10 sene evvel yazılıyor olsaydı, yine buna çok benzer cümleler ihtiva edecekti. O arada bir de vahşi görünümlü pek rock’n’roll insan Rob Zombie’nin vejetaryenliğinden bahsedecekti. Zira ilk gençlik yıllarından beri et yemiyor. Lakin bu yazı 2021’de yazılıyor, ve Bay Zombie 9-10 senedir bir vegan. Günlük yeme alışkanlıkları hakkında GQ dergisine röportaj verecek kadar üstelik. Peki tüm bu satırları yazarken bir şeyi eksik bıraktık, dikkatinizi çekmiştir. Yeni Rob Zombie albümünden bahsetmedik. Rob Zombie bildiğimiz gibi. Yine uzun isimli bir albüm. Yine korku temaları, yine b filmler, yine sıkı riff’ler, yine kendine özgü elektronik müzik, prodüksiyon ve rock formülüyle hareket ediyor. O cephede sürpriz yok anlayacağınız.

Yorumlar