Hüznün resmini yapabilir misin Matt?

 

The National’ın sesi Matt Berninger, 50. yaşına basmasına aylar kala ilk solo albümü “Serpentine Prison”u çıkardı; Ekim ayını tam ortalayacak şekilde, ayın 16’sında, belki de sesine en çok yakışan mevsimde.

Matt Berninger depresif bir insan değil. Her ne kadar grubu The National’la yaptığı her şarkı, her albüm, sesinin ve The National müziğinin verdiği her türlü intiba bu yönde olsa da, Berninger sadece herkes kadar depresif. Bizzat böyle beyan ediyor. Hatta epey mutlu bir insan olduğunu da söylemekten geri durmuyor. Zira, hüzün, depresyon, anksiyete gibi kavramların bünyedeki etkilerini şarkılara aktararak onlardan kendini kurtarıyor. Dışa vurulan iç dünya onu sağlıklı kılıyor. Zihnen.


Matt Berninger rahat bir tip değil. Özellikle de sahnede. 2019 sonunda İngiltere turnesindeyken NME dergisine anlattıklarına bakılırsa ancak yeni yeni sahnede kendini rahat hissetmeye başlamış. İlk albümünü 2001’de kaydetmiş bir grubun sesi olarak neredeyse 20 senelik uzun bir yolculuktan nihayetinde ancak rahatlamış.

Matt Berninger bir tablo değil. Ama olabilirdi. Oldu da. İngiliz ressam Joe Simpson’un müzisyen portrelerinden oluşan serisi dahilinde. Bir baskısını edinmeniz dahi mümkün, 150 İngiliz Sterlin’i karşılığında. Şimdi ilk solo albümünün kapağı için de yine “bir tablo’ Matt Berninger. Bu kez Amerikalı ressam Michael Carson’un fırçasından çıkma bir resim ile.

Matt Berninger siyasi bir kişilik değil. Ama hüzünbaz bir The National şarkısının dizeleri arasından pat diye ‘yükselen sağ’a değinebiliyor. “Bir sanatçı yaşadığı ve etrafında olan biten her şeyi sanatının içeriğine dahil edemiyorsa yaptığı şeye sanat denebilir mi bilmiyorum” diyor bir röportajında.

Matt Berninger bir Stuart A. Staples değil. Fakat pek çok açıdan The National ile Tindersticks arasında, Berninger ile de Staples arasında bağlar kurmak, paralellikler yakalamak mümkün. Belki sırf içimizde bir yerlerde dokunmayı başardıkları noktaların aynı olmasından dolayı. Belki de zarif hüzünleri bu kadar iyi aksettirmelerinden sadece. Staples’in Paris görmüş bir İngiliz centilmenliği ile Berninger’in görmüş geçirmiş bir Amerikan beyfendisi halleri, sesleri ve ellerinde bir kadeh şarapla size dinledikçe güzelleşecek şeyler anlatacak olmalarına dair güveniniz. Berninger beyaz, Staples kırmızı tercih ediyor.

“Serpentine Prison” bir solo albüm. Ama Berninger’in bir başına yazıp kaydettiği tek kişilik bir gösteri değil. The National son on seneyi özellikle epey görkemli geçirdi. Grubun omurgasını oluşturan Dessner kardeşler, The National’ın da ötesine geçti. Özellikle de Aaron Dessner. Aranan bir besteci ve prodüktör olarak geldiği nokta, bu yaz çıkan, bizim de geçen ay bahsettiğimiz Taylor Swift albümünün başrollerinden birini oynamaya kadar vardı. Matt Berninger’inse EL VY projesiyle, Phoebe Bridgers düetiyle The National dışında yaptıkları bu ay çıkacak “Serpentine Prison”la yeni bir seviyeye ulaşacak. Albümün tek kişilik bir gösteri değil dedik. Değil çünkü bir kere prodüksiyonunun başında efsane mertebesindeki bir isim, Booker T. Jones var. Booker T. & The M.G.’s olarak bir rhythm and blues efsanesine dönüşmüş Booker T. Jones, uzun yıllardır sevdiğimiz sayısız ismin albümünü de kaydeden bir müzik büyüğü olarak arzı endam halinde. Andrew Bird gibi konukları da var albümün. Konuksuz solo albüm zaten pek olmuyor. Berninger’inkiyse söz konusu olan zaten olmayacağı baştan belli. O alışverişi seviyor zira Berninger.

2000’lerin bize kazandırdğı en güzel şeylerden biri The National. Bu tespitte hemfikirsek, zaten siz Matt Berninger’in solo albümünü dört gözle bekleyenlerdensinizdir. Değilseniz, son 20 senenin bize kazandırdığı en güzel şeylerden biri denebilecek bir gruba alaka göstermek için Matt Berninger’in solo albümünden başlamak yerinde olabilir. Bir kere başlayınca da gerisi gelecektir. Geçtiğimiz sene çıkan “I Am Easy to Find” oradan eskilere, 2003 mahsülü “Sad Songs for Dirty Lovers”a derken bir bakmışsınız The National’ın solisti hakkında yaza yaza bunu mu yazdın Egemen diyecek kadar taraftar – hayran olmuşsunuz.



Yorumlar

Işıl Ateş dedi ki…
One more second ne de güzel şarkıymış meğersem ...