Benim adım karanlık
Koyu renkleri mesken tutan imajı, karanlıkta huzur bulan sesi ve farklı şekillerde de olsa her daim içe işleyen şarkılarıyla gayet dikkat çekici bir yapan Chelse Wolfe, Eylül ayının 13. cumasında yeni albümü “Birth of Violence” ile bir kez daha kulaklarımızda yerini aldı.
Şarkıları fazlasıyla çalma listelerine hapsettik gibi hissediyor musunuz? Yürürken dinlenecekler, koşarken dinlenecekler, koşar adım giderken dinlenecekler, sporda dinlenecekler, spordan sonra dinlenecekler, sevdiğinizleyken dinlenecekler, sevmediğinizleyken dinlenecekler, sağda dinlenecekler solda dinlenecekler diye diye sonunda müzik sadece bir yan öğe muamelesi görüyor gibi. Şahsi filmlerimize, hikayelerimize (ve sıradanlıklarımıza) eşlik edecek bir yardımcı öğe, yan rollerin aranan ismi olmak dışında da bir varlığı var halbuki o şarkıların. Var değil mi? Hemfikiriz değil mi bu konuda? Tamam.
Chelse Wolfe, mesela, başlıbaşına ilgi ve alaka bekleyen, fonda çalınmayı asla kabul etmeyen şarkılar yazıyor ve söylüyor. 2000’lerde çok sayıda iyi kadın şarkıcı / şarkı yazarı ile tanıştık. Aralarında kalp kırıklarını toparlayıp şarkılarına katık edenler var, travmatik deneyimlerini bir terapi seansı misali şarkıları aracılığıyla bünyelerinden atanlar var, herkesin kendinden bir parça bulabileceği küçük hikayeleri notalara dökenler var. Bir de Chelsea Wolfe gibi kendi içindeki kaosu kuşanıp dünyanın kaosunun karşına dikilen, onunla yüzleşenler var. Kapanmaya, kendini saklamaya çalıştıkça daha da açığa çıkan, biraz da mecburen şarkılarıyla bir savunma hattı kurup (yine biraz da mecburen) yüzleşenler var. Wolfe, onlardan. Kahramanca bir tavır var gibi değil mi? Chelsea Wolfe ihtiyaç duyduğunuz müzikal kahramanlardan biri olabilir mi? Bu soru cepte dursun.
Kelimeler ilk dikkatini celbeden şey oluyor çocuk Chelsea’nin. 7 yaşında şiirler yazmaya başlıyor. Halbuki büyüdüğü ortam, müzikle dolu. Anne ve babası müzik yapıyor, evde bir stüdyo mevcut. Onların provalarını izliyor, Fleetwood Mac, Joni Mitchell gibi country / folk esansı taşıyan isimlerin tınıları kulağına çalınıyor. Esans ve kulak? Neyse, bozmayalım şimdi ritmi. Baba ona bir Casio org (klavye de diyebiliriz ama sene itibarıyla bu enstrümana org dediğimiz zamanlar) ve kayıt cihazı hediye ediyor. Kelimelere merak, müziğe ve kendi şarkılarını yazmayı denemeye doğru hızla evriliyor. Adını da bir şarkısına borçlu olduğu Joni Mitchell’den Black Sabbath’a tek tek bugün ilham kaynakları olarak göstereceğimiz müzikleri hatmediyor.
Birleşik Devletlerin hatırlı müzik mağazası Amoeba’nın Youtube üzerinden izlenebilen güzel bir video serisi var. Şehre yolu düşen müzisyenleri davet edip, onlara mağazadan plaklar, filmler, kitaplar seçtiriyor ve anlattırıyorlar. What’s in my Bag? adlı bu seriye konuk olanlardan biri de tahmin edeceğiniz üzere Chelsea Wolfe. Chelsea’nin seçtiği plaklar, onun müziğini tanımlamak için rahatlıkla kullanılabilecek çeşitlilikte. Heavy metal türünün başlangıç noktası olarak gördüğümüz Black Sabbath bunlardan biri. Sabbath’ın ağır ağır işleyen gitar cümleleriyle kurduğu karanlık dünya özellikle. Amerikan şarkıcı / şarkı yazarı geleneğinin az popüler, çok övülen ismi Townes van Zandt bir diğeri. Punk grubu Rudimentary Peni bir diğeri. Klasik besteci Eric Satie ve klasik country’nin has ismi Hank Williams da iki diğer seçtiği isim. Ve bir de Selda. Evet, Selda Bağcan. Ecnebilerin yoğun Selda Bağcan ilgisine aşinayız. Karanlığı, kendi şarkılarını besteleyen folk şarkıcılarına, bir diyeceği olan punk gruplarına, sesini farklı kullanabilen kadın vokallere ve klasik kompozisyonlara merakı var Chelsea hanımın. Ve bu meraklar tam da müziğini tanımlar nitelikte.
“Her zaman müziğim benim adıma konuşsun istedim, fakat artık ben de bizzat kendi adıma konuşmak istiyorum.” diyor bir röportajında. Bu aslında kendisi için ciddi bir sorun olagelmiş. Çocukluğundan itibaren uykuyla sorunlu, sahne korkusu var ve saklanma ihtiyacı hissediyor. Kayıtlar yapması, şarkılarının insanlara ulaşması konserler verme mecburiyetini de beraberinde getirince buna bir çözüm üretmek gerekiyor. Kendini Jenni Hensler’e teslim ediyor. Günümüze dek de onunla çalışıyor, stilisti olarak. Hensler, sahne korkusu için duvak çözümünü üretiyor. Çözüm hem Chelsea’nin karanlık tarafına, hem sahnede sergilediği imaja, hem de bizzat içindeki kaosa iyi geliyor. İmzası olarak kullanıyor epey bir süre.
Eylül’de bir nevi ‘karanlıklar kraliçesi’ edasıyla müzikal faaliyetler gösteren Chelsea Wolfe, yeni bir albümle çıktı karşımıza. “Birth of Violence” adını uygun gördüğü yapıt, 2010’da ilk albümü “The Grime and the Glow” ile yürüdüğü güzergahta ulaştığı son durak. Karanlık bir coğrafyada, puslu bir havada, önünüzü dahi zor gördüğünüz bir yere çekip, ardından sesiyle rehberlik ediyor ve oradan sağsalim sizi çıkartıyor Wolfe. Kendi içindeki kaosu, dünyanın kaosuyla sizin aranıza koyuyor. Bu kez daha önceki işlerinin sertliğinden uzak, hüznü ve ruh halini akustik tonların huzur vericiliğine bırakıyor. Huzur, tabii, belki melankoli, ya da bu satırlarda bolca geçtiği üzere karanlık da ihtiva ediyor. Biz en iyisi gotik bir hüzün diyelim, kısaca o hüznün huzur da verebileceğini, tedirgin de edebileceğini de ekleyelim.
Yorumlar