Şov (bir kez daha) başladı


“İyi akşamlar kültürel terkin çocukları
Bir kurtarıcı aradınız ve işte buradayım
Ve tüm en iyiler erkenden ölüp giderken
Tadını çıkarın, ben hala buradayken”

Robbie Williams'a günün birinde Nobel Edebiyat Mükafatı verilmeyecek. Kaç albümü İngiltere'de 1 numara olursa olsun, hiçbir zaman İngiltere'de 'en çok albümü 1 numara olan' kategorisinde aşık attığı The Beatles ya da Elvis Presley kadar değerli görülmeyecek. Robbie Williams hiçbir zaman ABD'de dünyanın geri kalanında sevildiği ölçüde sevilmeyecek. Take That kaç kere geri dönüş yaparsa yapsın, onsuz hep sönük kalacak. Pop müzik tarihi ne kadar çok yeni, çok satan yıldız çıkarırsa çıkarsın Robbie Williams'a her daim ayrı ve özel bir sayfa ayıracak. Çünkü Robbie Williams son 25 yılın en büyük pop şahsiyetlerinden biri, ve bu 'kesin bilgi' hiçbir zaman kesinliğini kaybedecek gibi durmuyor.


Her şey New Kids on the Block ile başladı. Hayır, hayır bir dakika. Aslına bakarsanız her şey çok daha önce başladı. Bugün bildiğimiz anlamıyla pop müziğin, müzik endüstrisi güdümünde kural kitabının yazıldığı yıllarda başladı her şey. Doo-woop gruplarının 50'lerde, Motown şirketinin imzasını taşıyan soul vokal gruplarının (The Temptations, Four Tops vb.) 50'li ve 60'lı yıllarda temel atma töreniyle başladı. Yetenekli genç erkek ve kadınlardan oluşturulan ideal uyum, ideal alaka görme potansiyeline sahip takımların pop sahasına çıkışıyla. Ardından 'beyaz' beat grupları geldi. The Monkees ve The Osmonds gibileri. Kural basitti; bu yetenekli gençler bir plak şirketi, menajer ya da organizatör tarafından bulunuyor, bir araya getiriliyor ve lanse ediliyordu. Bazen durum, Jackson 5 / The Jacksons örneğinde olduğu gibi aile içinde hallediliyordu, bazen de suni aileler oluşturuluyordu.

Bize Michael Jackson'ı kazandıran Jackson 5 / The Jacksons, bugün bir müzik türü olarak dahi adlandırabildiğimiz 'boy band' kavramını iyi özetleyen bir örnekti. İyi şarkı söyleyen, özellikle birlikte daha iyi şarkı söyleyişleriyle pazarlanan bir ürün. Sahnede şarkı söylerken dans edebilen, ses ve hareket uyumlarıyla senkronik bir albeni taşıyan göz alıcı pop icatları. Her elemanının kendine özgü birkaç özelliğiyle farklı zevklere hitap edebilmesine özellikle dikkat edilerek oluşturulmuş endüstriyel tasarımlar. Ne kadar iyi müzik yaparlarsa yapsınlar, bir ürün olmalarını göz ardı etmenin gayet güç olduğu pop ikonları. Ama genç kız odası takımlarının en az envai mobilyası kadar değişmez parçası posterleri ve türlü hatıra eşyasıyla koca bir endüstri.


Beş genç İngiliz, bir menajer

Her şey New Kids on the Block (KOTB) ile başladı. Şimdi bu cümleyi rahatlıkla kurabiliriz, zira bu satırlar Robbie Williams'a dair ve Williams'ı tanımamıza vesile olan 'boy band' Take That tamamen New Kids on the Block'un başarısından hareketle kuruldu. Manchesterlı zeki menajer Nigel Martin-Smith, Amerika'da tıkır tıkır işleyen ve çok satan NKOTB formülünü Britanya topraklarına uyarlamaya karar verdiğinde takvimlerin yıl hanesinde 1990 yazıyordu. İlk bulduğu genç, yetenekli ve yakışıklı, kendi şarkılarını yazıp söyleyen Gary Barlow'du. Ardından Jason Orange, Howard Donald ve Mark Owen seçildi Take That projesi için. Beşinci elemansa henüz 16 yaşındaki Robert Peter Williams, yani Robbie Williams'tı.

5 yıl gibi bir sürede, The Beatles'tan sonraki en başarılı İngiliz grup gibisinden cümlelerle anılacak büyüklükte albüm satış rakamlarına, çığlıklardan sahnede olan biteni duyamayacak hale geldiğiniz konserlere uzanır Take That. Nigel Martin-Smith'in adeta bir şampiyonaya hazırlar gibi hazırladığı, dans dersleri alıp, fit vücutlara sahip olmak üzere çalıştırılmış bu genç adamlar devasa popülerlikle hayatlarının henüz ilk çeyreğinde tanışmış olur böylece. Henüz ilk çeyrek detayı mühimdir. Çünkü çatlak da o gençlik ateşiyle bacayı (ya da grubu diyelim) sarar. Çocuksu Mark, yetenekli esas adam Gary, dans ve seksapel kuvvetleri Jason ve Howard yanında muzip, hınzır, her dakika eğlence arayan, Robbie fark yaratır. Grubun 'joker' elemanıdır.



Seks, uyuşturucu ve rock'n'roll hayat onun için biçilmiş kaftandır ve kendini kaptırmakta hiç geç kalmaz. Provalara geç gelmeler, ayık gezmemeler başladığında – ki az önce bahsettiğimiz şampiyonaya hazırlanır gibi hazırlanan Take That için kabul edilemez şeylerdir bunlar – Robbie'ye karşı tavır alır diğer dört eleman. Seneler sonra gözler dolarak anlatılan, ama o sırada kesin ve net tavırlarla vedalaşılan bu 'güle güle Robbie' ânı Take That'in sonu olur. Robbie gruptan ayrılır, diğerleri bir dörtlü olarak turnelerini tamamlar, ardından bir yıl kadar sonra da Take That resmen biter. Arkalarında, tam anlamıyla gözyaşları sel olup akan hayranlar bırakarak.



Bırakın sizi eğlendireyim

“Freedom”, bir George Michael şarkısı, Robbie Williams'ın solo kariyerinin ilk adımı olur. Cesuryürek kadar olmasa da ciddi bir özgürlük nidasıdır Robbie için. Take That resmen dağılmadan herhangi bir solo çalışma yapmasının yasak olduğu günler grubun resmi dağılma açıklamasıyla sona ermiştir. İkinci single'ı da Oasis-vari numaralar ihtiva eden “Old Before I Die” olur. Bu iki şarkının seçimi bir bakıma tam da o günlerde kimlerle takıldığının seceresi gibidir. Take That dağılma kararı vermekle meşgulken, özgür Robbie Fransalarda George Michael'la, Glastonbury Festivallerinde Oasis biraderle eğlenmektedir (ileride araları, özellikle Liam'la pek fena bozulacaktır – ipucu: kız meselesi) zira.


İlk albümü “Life Thru a Lens”, Britpop'un altın günlerinin en civcivli zamanlarında yayımlanır, 1997'nin eylül ayında. Take That'in pop hissiyatından uzaklaştığı rock'ı ve gitarlara -pop sınırları dahilinde- yüklendiği şarkıları söyler. Albümden iki şarkı, “Angels” ve “Let Me Entertain You”, biri duygusallığı ile, diğeri Robbie'nin tam anlamıyla sahne personasını ifade edişiyle Williams'ın imza şarkılarından olur. Arayı hiç açmadan, solo kariyer başarısının rahatlığını da fırsat bilerek 13 ay kadar sonra ikinci albümü “I've Been Expecting You”yu çıkarır. Pet Shop Boys'un Neil Tennant'ı destekli ve Take That hakkında olan “No Regrets” (pişmanlık yok diye çevirelim) dikkat çekicidir. Yine pop ve rock arasında dengeli bir köprü kurmuştur. Bu noktada ilk albümünden itibaren birlikte sıkı bir şarkı yazım ikilisine dönüştükleri Guy Chambers'ın da hakkını teslim etmeli. Ettiğimize göre devam edelim.



Kral Robbie!

Take That'in müziğine dahil etmek istediği (ve reddedildiği) hip hop öğelerini ve kaslarına kadar soyunduğu klibiyle “Rock DJ”in lokomotifliğindeki üçüncü albümü “Sing When You're Winning” ile yeni binyıla giriş yapar. Amerika'yı da fethetmeyi kafaya takmıştır, İngiliz sanatçıların birkaç tık birden ileri götüren bu 'fetih'ler, Robbie Williams'ta bir türlü mutlu sonla neticelenmez.
ABD, Robbie'yi dünyanın geri kalanı kadar sevmemekte inatla ısrar etmektedir. Amerikan klasiklerine, Cole Porter, Nat King Cole şarkılarına getirdiği yorumlarla, Nicole Kidman'la Frank Sinatra – Nancy Sinatra düeti olarak hafızalara kazılı “Somethin' Stupid”i söylemelerle bezeli “Swing When You're Winning” albümü dahi fayda etmez. Ama olsundur, koltuğunun altında “Feel”, “Come Undone” gibi yeni hit şarkılarıyla kendi ülkesinde krallığını ilan ettirecek Knebworth vardır. Meşhur konser alanını 2003 yazında 3 gece, toplam 375 bin civarı dinleyiciyle dolduracak ebatlarda görkemli konserler verir. Yaşasın Kral Robbie'dir! Ama bir dakika...



O tepe noktasından sonrası Robbie'ye pek yaramadı. Guy Chambers'la çalışmaz olduğu albümler düşük satışlar, ve az ilgi görerek hafif hafif çaptan düşürdü 'joker kral'ı. Bu arada Take That onsuz yeniden bir araya geldi, hiç de fena reaksiyon almadığı iki albüm kaydetti.

Robbie, tabiri caizse, biraz fazla boşladı pop yıldızlığını. Seks, uyuşturucu ve rock'n'roll hayatının 'yan etkileri' hayatının başrolünde oynayamaya başlayınca rehabilitasyon gördü. Take That'e katılacak mı, katılmayacak mı tartışmaları sürerken bir yandan, Ayda Field'le tanıştı. Bizim 'milli damat' kıstaslarımıza girecek bir izdivaçla ve bir kız, bir oğlan iki çocukla sürmekte olan bu izdivaç kendine çeki düzen vermesinde ciddi pay sahibi oldu. Çeki düzen dediysek, o muzip, ne zaman ne yapacağı belli olmayan ama ne yaparsa yapsın bir şekilde kabul gördürmeyi bilen 'şeytan tüyü' taşır hali baki kaldı.

Doğum yapmak üzere olan Ayda'nın başucunda Disney'in Frozen'ından şarkılar söyleyişini internette paylaşmaktan, yeni aldığı malikanenin tadilatı yüzünden komşu malikane sahibi Jimmy Page (Led Zeppelin) ile papaz olmaya kadar giden bir dizi 'zıpır' hadise. Bu arada 'ne yapacağı belli olmaz'ın altını çizercesine Take That'e geri döndü. Gary Barlow'la yıllar süren rekabet ve ihtilaf baltaları romantik tabir edebileceğimiz jestlerle toprağa gömüldü. Lakin Robbie'nin Take That'e dönüşü bir albüme ve turneye bakıp, (iki yıl sonra) çıkmaktan ibaret oldu.



Prokofiev'e selam, partiye devam

Gelelim yazının hemen başında sözlerinden 'bir kuple' alıntı yaptığımız yeni albümüyle ismini de paylaşan “Heavy Entertainment Show” ve Ruslara “hakkımızda kötü konuşuyor bu galiba” dedirten, Prokofiev'in Romeo ve Juliet balesinden sample'lı “Party Like a Russian” şarkılarını ihtiva eden yeni Robbie Williams marifetine.

3 yılda hazırladığı, 80 yeni şarkının içinden sıkı bir elemeyle 11'e indirdiği, The Killers'tan, Ed Sheeran'dan, John Grant ve hatta Rufus Wainwright'tan destek aldığı taze Robbie Williams albümü “The Heavy Entertainment Show” devasa bir gösteri. Tek rakibim bizzat kendim diyen albüm kapağından, açılışındaki kurtarırken eğlendiren kurtarıcı manifestosuna pek şenlikli bir iş. Hala şeytan tüyü sahibi olduğunu göstermek istediği, 42 yaşında olmasına rağmen aslında yaşlanmadığını ima ettiği bir albüm. Her ne kadar genç ve formda görüntüsünü yüzüne yaptırdığı estetik müdahalelere borçlu oluşuyla İngiliz basınında haberlere konu edilse, ve bizzat “alnımı oynatamıyorum, o derece” diyerek gülümsetse de, artık 40'lı yaşlarında bir şov dünyası canavarı o. Oğlu için yazdığı “Motherfucker”la, Guy Chambers'la yeniden çalışmasıyla, az önce isimlerini zikrettiğimiz işbirlikleriyle 2016'nın sonunu pop şatafatını, pop kafasını iliklerine kadar hisseden ve hissettiren bir albümle karşı karşıyayız. Robbie Williams'ın bizi bir kez daha eğlendirmesine izin vermekte hiçbir sakınca yok.


*daha önce Milliyet Sanat dergisinde yayımlanmış yazımın tam halidir. 
 egemen

Yorumlar