Çok yaşa Keith Richards!


Rock'n'roll'un en has taşları yuvarlanmaya devam ediyor. The Rolling Stones'un gitaristi, Mick Jagger'ın 'ikizi' Keith Richards uzun aradan sonra ilk kez bir solo albüm çıkartıyor. 72 yaşına basmak üzere olan Richards'ın “Crosseyed Heart” adlı 15 şarkılık albümü bugün kulaklarımıza çalınmadan hemen evvel (ya da tam bakalım nasılmış seansı esnasında) biraz gıyabında konuşalım.


Bir albümün, kapağının bir kenarında, köşesindeki, o albümün ait olduğu isim hanesinde sadece Keith Richards'ın adını görmeyli 23 sene geçmiş. Sayanların yalancısıyız biz de. Bu süre zarfında The Rolling Stones albümleri dinledik, turneleri gördük, Richards'ın hayatını anlattığı Life (Hayat) adlı kitabın çıkışına şahit olduk, Johnny Depp'in sahneye her çıktığında 'bak nasıl da Keith Richards'ı taklit ediyor' dedirtişini takip ettik sosyal medyada. Zamanlar değişti, müzikler evrildi çevrildi, döndü ve dolaştı. Fakat Keith Richards değişmedi. İnşaatında bizzat taş yuvarladığı rock'n'roll kalesinin bir kulesinde endamını hiç bozmadan, arada içkisinden bir yudum alıp, sigarasından bir fırt çekerek elinde gitarıyla takılmaya devam ediyor. Ozzy Osbourne'a bir röportajında sormuşlar, “heavy metal öldü mü?” diye. Ozzy, o MTV'deki Osbourneların ev halleri izlediğimiz tv şovundan iyi bildiğimiz şaşkın yüz ifadesiyle karşı soruyu yapıştırmış: “Ben öldüm mü?” İşte Keith Richards'ınki de o hesap.

II. Dünya savaşı çocukları

Bugün bildiğimiz anlamıyla rock'n'roll'un kitabının ilk cümlelerini yazan kuşağın akabinde, o cümleleri sayfalarca uzunluğa çıkartacak genç İngiliz müzisyenlerin büyük kısmı II. Dünya Savaşı çocukları. Savaşı çok küçük yaşlarda deneyimlemiş, ya da tam da o kan revan günlerde dünyaya gözlerini açmış çcouklar. O günlerin izlerini bir şekilde, öyle ya da böyle taşıyorlar. Roger Waters mesela, bu deneyimi müziğe de aktarmaktaki mahirliğiyle de 'duvar' gibi geliyor hemen akla. Keith Richards'ınki daha farklı, ama o da nasibini almış, Hitler benim peşimdeydi nüktedanlığında cümleler kuracak kadar.

Blues ve rock'n'roll zehri 10-11 yaşılarındayken bünyesine enjekte ediliyor Keith ve akranlarının. Elvis'le rock'n'roll'un Britanya kıyılarına yaptığı çıkarma Richards'ı da tavlıyor. O yıllarda BBC kontrolü altındaki 'tehlikesiz' dinleme alışkanlıkları Blackboard Jungle gibi filmler ve o filmlerde işitilen “Rock Around The Clock” gibi şarkılarla fena darbe alıyor. Little Richard, Fats Domino, Jerry Lee Lewis şarkıları giriyor genç odalarının kapısından, bacasından içeri.

Esasen büyükbabası müzisyen Richards'ın. Saksafon çalıyor. İnsanları dans ettiren müzikler çalıyor. İngiltere'deki amerikan üslerinde sahne alıyor. “30'lar dışında aslında hiç profesyonel anlamda bir müzisyen değildi” diyor Keith, babasından çok büyükbabasını kendine model alması üzerine kelamlar ederken. Bu model alma öyledir ki, bir gün çocuk kitabı (Keith Richards ve çocuk kitabı? Asla asla dememeli) yazmaya kadar gelince iş, “Gus ve Ben: Büyükbabam ile İlk Gitarımın öyküsü” çıkar Richards'tan.


Jagger ve Richards, rock ve roll

Richards'ın Mick Jagger'la tanışıklığı rock'n'roll ve rhythm & blues'la tanışıklığından birkaç sene öncesine dayanıyor. Bir süre birlikte okula giden bu iki çocuk yıllar sonra bir istasyonda tekrar karşılaşır. Müzik tarihinin en talihli anlarından biridir bu aslına bakarsanız. O gün Jagger'ın kolunun altındaki plaklar, The Rolling Stones'un kurulmasına vesile olur zira. Sonrası malum...

Keith'siz Mick, Mick'siz de Keith düşünülemiyor. Keith diyoruz ama, uyuşturucu kültüründen ödünç alınan lakabıyla Keef demek tam bu noktada daha doğru olacak, Mick & Keef derler onlara. Onlarsa kendilerine Glimmer Twins adını takar, 'ışıldayan ikizler' manasında. Onlar ayrı ayrı takılsa da bir refleks, bir içgüdü devreye girer hep. Kendi başlarına yaptıkları hiçbir şey beraber bir iki konser vermelerindeki etkiyi dahi yaratamaz. Bir üst güç, bu iki adamı birlikte müzik yapmaya zorlar sanki. John Lennon ve Paul McCartney, Rober Plant ve Jimmy Page, Mick Jagger ve Keith Richards... Rock'n'roll alemi ikili beste takımlarını seviyor. Önce kendiliğinden, yıllar ve ünler içindeyse bazen alışkanlık, bazen zorlamayla devam eden bu 'tutan kimya', adettendir belkemiği diyelim, belkemiğini oluşturuyor The Rolling Stones'un. Cinsiyete yüklenen standartlarla kafa bulan 'güzel' Jagger ve çirkin kral Richards'ın hükümranlığından 50 yılı devirmiş bir müzikal krallık.

Dokuz can

Jagger ışıldamaya ciddi bir efor sarfederek yılları yıllara katarken, Keith Richards rock'n'roll hayatın klişe olarak görülüp burun kıvırılabilecek (ama onlarsız da olmayacak) tüm detaylarının üzerinden tek tek geçmekle meşguldü. 60'larda, 70'lerde böyleydi, 80'ler ve devamında da. Rahatlığı, buram buram yansıttığı 'hallederiz dostum, dert etme'ciliğiyle garip, tanımlaması öyle pek de kolay olmayan bir güveni fazlasıyla telkin eden o haller, tavırlar. Belki bu telkinin en güçlü delili Richards'ın dokuz canlı olduğunu ispatlarcasına yaşadığı olaylardan geçiyor.

Sahnede elektrik çarpıyor, hayatta kalıyor. Bir araya gelip yıllarca çalışsak(!) kimbilir kaç zaman sonra ulaşacağımız miktarda alkolü bünyesine tatbik ediyor, yine hayatta kalıyor. Saçına çiçek takan çocuklar iyimserliğini Woodstock'tan pek kısa süre sonra yerle bir eden Altamont vakasından motosikletli bireyler Hell's Angels'ın öldürülecek listesine giriyorlar, yine postu kurtarıyor. İlk üç çocuğunun annesi Anita Pallenberg'le yatakları ateşe veriyorlar (kelime anlamıyla) yine paçayı kurtarıyor. Evindeki kütüphaneden kitap çekerken merdivenden düşüyor, edebi birikimi tüm ağır romanlarıyla birlikte kafasına yıkılyor, ve evet Keith oradan da sağsalim (birkaç kırık kaburga kemiği) çıkıyor. Bir keresinde sokak hayvanlarını itlafta kullanılan striknin karışıyor enjektöründekine, o 'vuruş'tan da yırtıyor. En son vukuatlarından biri, hatırlarsınız, 2006'da Fiji'de tatildeyken ağaçtan, 12 metre yükseklikten düşüp ciddi bir tehlike atlatışıydı. Korkutmuştu herkesi. Ama rock'n'roll bu, ölmedi ki daha.


Şaşıbakar kalp

Başarmak istediğim her şeyi The Rolling Stones'ta çalarak ve plaklar yaparak başardım diyen birinin solo albümü hakkında konuşmak bir bakıma zor. Hayatına dair en çok ne ile gurur duyduğu sorulduğunda “bir takımla çalışma kabiliyetim” diyor zira. Bu ayın 18'inde yayımlanacak “Crosseyed Heart” da, Richards'ın en sevdiği iki şeyin, müzikal bir takım çalışmasının ve kendiliğindenliğin eseri. Temmuz ortası teşrif eden, yanında bir video da getiren albümden ilk şarkı “Trouble” da haksız çıkarmıyor bu teşhisi. Richards mutlu, rahat ve en iyi olduğu şeyi yapıyor: takılıyor.

New York'taki Hendrix yadigarı meşhur Electric Lady Stüdyoları'nda 30-40 kişiye albümünü dinleterek albümün ruhuna uygun bir lansman gerçekleştiren Richards, “Crosseyed Heart”ı iki kişiye özellikle borçlu olduğumuzu vurgulamış. Biri menajeri Jane Rose, diğeriyse albümdeki şarkılarda da katkısı büyük olan davulcu Steve Jordan. Sahaya Jagger'sız çıkarken belli ki takımını bu şekilde kurmuş Richards. Blues'u, reggae'si, akustik ve içten ballad'ı tam, geçtiğimiz sene kaybettiğimiz ve The Rolling Stones'la uzun yıllar çalmış saksafoncu Bobby Keys'i de, bir Norah Jones düeti de işiteceğimiz albüm çıkmış ortaya. Albümün çıkışına istinaden rastlanabilecek en ilginç durumsa Tom Waits'in yazdığı Keith Richards şiiri oldu. Maden Waits yazmış, biz de bir kısmını alıntılayalım, bu satırlara noktayı Waits'ten loş bir barda, viskileri devirirken işitiyormuş gibi yaparak koyalım:
Bir faks makinesinden daha hızlı koşabilir
Çişi mavidir Kamp ateşi gibi kokar
Bir keresinde kraliçe'den tokatı yemişti 
Dünyanın çevresini üç kere dolaşacak kadar yürümüştür
Kıçını bir gitar gibi sallar Phengaris rebeli tırtılı, Keith gibi
Bastığı akor dişileri cezbeder...

Yorumlar