Anna Calvi'ye dair birkaç satır...
Sahnede bambaşka birine dönüşen şarkıcılardan Anna Calvi. Sadece şarkıcı diyerek, kelimenin de doğasından mıdır nedir, biraz haksızlık ediyoruz tabii Anna'ya. Şarkı yazarı en başta Anna, ve çeşitli enstrümanlar çalan bir müzisyen. Kendi şarkılarını söylüyor. Sahnede o şarkıları söylerken poz filan kesmiyor, tam aksine bizzat kendi oluyor. İlginç, zira 20'li yaşlarının ortalarına kadar şarkı söylemeye çekinmiş, hatta utanmış.
En küçük keman
1980 doğumlu Anna Calvi, İtalyan bir babayla İngiliz bir annenin çocuğu. Şansız bir doğum yaşamış, bir nevi 'dakika bir gol bir' hesabı. Doğuştan kalça çıkığı ile hayata adım atmış. 3 yaşına kadar hastaneden dışarı çıkması pek mümkün olmamış. Çıkar çıkmaz da yazları italya, kışları Londra'da geçirilen bir çocukluk geçirmiş. Büyükbabası piyano başına oturduğunda büyülünen, keman sesine aşık bir çocukluk. “Görüp göreceğiniz en küçük kemandı” dediği ilk enstrümanı 6 yaşında hediye edilmiş Anna'ya. “Herhangi bir enstrüman gördüğümde kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpardı” dediği o günlerinin müzisyenliğe ilk adımı o kemanla olmuş. Ardından da gitara 'el atmış'. Hem de kağıt üzerinde fazla iyi duran bir ilhamla, sekiz yaşındayken Hendrix'i duyar duymaz yapmış bunu.
Onu sahnede bir matador kostümüyle de görebilirsiniz, şuh bakışlar atarken de, kalbini lime lime eden acıyı gözler ve kulaklar önüne sererken de. Babasının rock'a olan ilgisi Anna Calvi'nin müzik zevkini, kendini müzikle ifade biçimini şekillendirir yıllarla beraber. Müziğinin öncelikle rock'tan beslenişi, beslendikçe de serpilip boy atıyor. Müzikallere, pop tarhinin farklı duraklarına uğrayışı bu yüzden. “Tam bir hippie'ydim” diye anlattığı ergenliğinde sitara takıyor kafasını, Ravi Shankar özelinde. Oradan da besleniyor müziği. “Hep böyleyimdir” diyor bir röportajında, “bir şeylere obsesyon derecesinde takarım kafamı”.
Boş bir ev, ahşap bir zemin
Üniversite çağlarında klasik besteciler Debussy ve Stravinsky üzerine kafa yoruyor bu kez. Aranje ve beste kabiliyetlerinin ufku açan bir öğrenme süreci geçirdiğini tahmin etmek zor olmuyor. Fakat, gelin görün ki 2002'de üniversite'den mezun olduktan sonra öyle hemen müziğe resmi adımını atamıyor. Hâlâ yukarıda bahsini geçirdiğimiz şarkı söyleyememe derdinden muzdarip zira. Dört yıl kadar geçmesi ve boş bir evin, boş odalarında ahşap zeminin akustik katkılarıyla sesine inanmaya başlıyor. Şarkı söyleyebildiğine, sesinin kulağa iyi geldiğine ancak o zaman ikna oluyor.
Öykünün devamı daha hızlı gelişiyor bu noktadan sonra. Nina Simone ve Aretha Franklin'den, David Bowie ve klasik bestecilere (ve gitar mevzubahis olunca Hendrix'e) biriktirdiği ne var ne yoksa dışarı çıkmaya başlıyor. Trio düzeneğinde sahnede ısınma turları atılıyor, ardından da her klasik keşfediliş öyküsünün standardı plak şirketi tarafından keşfediliş geliyor. Arctic Monkeys'e, Franz Ferdinand'a, Wild Beasts'e, Jon Hopkins'e, Owen Pallett'e... Listeyi uzatmayalım, günün iyi müziklerinin epeyce bir kısmına evsahipliği yapan Domino Records 'ailesine' o da dahil oluyor.
Takibi şart müzisyen
İlk albümü hazırlıkları yaparken onu dinleyen Brian Eno, “Patti Smith'ten bu yana işittiğim en büyük şey” deyiveriyor BBC'ye verdiği bir röportajda. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor. Eno, Anna'ya Nick Cave'in turnesinde çalma şansını ayarlıyor. PJ Harvey prodüktörü olarak bilinen Rob Ellis'le kayıtlar yapılmaya başlanıyor. Durun bu enfes bağlantılarla bitmiyor, Gucci'den turnede giyeceği kostümler geliyor, Karl Lagerfeld'den de Maison Michel kampanyası için modeli olması talebi. Bir anda günün en 'o' genç sanatçısı oluveriyor Anna.
Bugün artık iki albüm ve bir cover'lardan oluşan EP (ki o EP'de modern müziğin akıl fikir sahibi büyüğü David Byrne, St. Vincent'a verdiği desteğin bir benzerini Anna'ya veriyor) ile keşfi elzem müzisyenlerden takibi her daim şart müzisyene terfi etmiş bir Anna Calvi var karşımızda. Ödüllü, ilk büyük çıkışın yıpratıcılığını atlatıp ayakları üzerinde durabilmiş bir kadın müzisyen. Güçlü, 'dolu' bir müzik ve zamanı hiçe sayacak cinste şarkılar.
Yorumlar