Hayatında müzik olduğu sürece göçebe


Faslı sanatçı, şarkı yazarı ve şarkıcı Hindi Zahra’yı seviyorsanız bu ay sizden mutlusu olmayacak desek yeridir. Zira kendisinin hem yeni albümü “Homeland” çıkıyor, hem de Garanti Caz Yeşili bünyesinde 20 ve 21 Nisan’da Babylon sahnesine teşrif ediyor. Bu hareketli günler öncesi Hindi Zahra’yla telefonda sohbet etme şansımız oldu.




Dört yıl geçti ilk albüm “Handmade”in üzerinden, yeni albümünüz “Homeland” nihayet bu ay görücüye çıkıyor. Biraz uzun değil mi dört yıl? Nerede kaldınız?
Turnede. İki yıllık uzun bir turnedeydim. Bittiğinde Fas’a döndüm. İki, iki buçuk sene sürdü albümü bitirmem. Şarkıları yazmak, düzenlemeleri yapmak... Uzun sürdü, evet. Ama iki ayağımı bir pabuca sokmadım, telaş etmedim.

Sanırım “Handmade” de benzer bir telaşsızlık içinde kayda alınmıştı, değil mi?
Evet, uzun süre ayakta kalacak bir şey inşa etmek istiyorsanız zaman almalı. Bence böyle. Tabii, her aşamayı kendi başıma halletmem, bizzat ilgilenmem, daha uzun bir zamana yayılmasına neden oluyor.

Peki, buna müzik endüstrisi ne diyor? Başınızda havan dövmüyor mu plak şirketi, hadi artık yeni şarkılar gelsin gibisinden?
Hayır, çünkü prodüktör benim. Warner’la lisans anlaşmamız var. Şarkıların ne zaman hazır olacağına ben karar veriyorum. Sırf bir yeni albümüm olsun diye albüm yapacak değilim.


Lana Del kim?

“Homeland” tamamen Fas’ta yazılıp kaydedilmiş bir albüm mü?
Bir kısmını Marakeş’te kaydettim. Ardından güney İspanya’ya, Cordoba’ya gidip çingenelerle kayıtlar yaptım. Davul, bas gibi enstrümanları kaydetmek ve albüme son halini vermek üzere de Paris’e geldim.

Albümden kulağımıza çalınan ilk şarkı olan “Any Story” bildiğimiz Hindi Zahra’ya göre epeyce farklı tınlıyor gibi, ne dersiniz? Hatta neredeyse bir Lana Del Rey havası var şarkıda.
Lana Del Kim? Ciddi misin? (kahkaha atıyor)

Yanılıyor da olabilirim tabii... Ama Lana Del Rey’i ilk şarkılarından bu yana dinlediğinizi söylemişsiniz bir röportajınızda.
Hayır, hayır. O ne caz öğeleri, ne etnik ritimler kullanıyor. Bense bu albümde hala bunları kullanmaya devam ediyorum. Ama belki... İçimde halihazırda olan bir şeyi açığa çıkarmamda etkisi olmuştur. Hızlı şarkıların şarkıcısı değilim biliyorsunuz. O da çok düşük tempolu şarkılarla başarılı oldu. Bugünlerde pek az rastladığımız şeylerden. Öyle şarkılarla popüler olmaya müzik endüstrisinde yer yok. Ana akım, kulüplerde çalacak şarkıların peşinde. Onunla aramdaki ortak nokta da bu olabilir, aklıma bu geliyor.


“Any Story” albümün genelinden de farklı.
Evet, daha orkestral. İlk kez piyanoda beste yaptım. O bakımdan benim için de farklı bir deneyimdi.

İran usûlü bir western

“Homeland”i dinlerken hemen kulak kesildiğimiz bir diğer şarkı da “The Blues”.
Ona İran usûlü kovboy şarkısı diyorum. Geleneksel bir ritim, sufi müziğinden. Ona Tarantino-vari bir western havası vermek istedim. Ama spagetti western gibi değil, daha ciddi. İran ciddi bir ülke biliyorsunuz. Rhani Krija ile o ritmi kaydettiğimizde, aklıma takılan bir melodiye kitlendim kaldım (mırıldanıyor). Sürekli kafamda dönüp duruyordu. O melodinin gitarla çalınmasını, rock’a yakınlaşan, ‘büyük’ bir tınıya sahip olmasını istedim.

Albümde fransızca ve berberi dilinde şarkılar olsa da yine ağırlık İngilizce sözlerde. Hâlâ kendinizi en iyi İngilizce ifade ettiğinizi mi düşünüyorsunuz?
Benim için ingilizce sözler yazmak her daim daha kolay olmuştur. İngilizce söylenen şarkılarla büyüdüm. Tabii bunun yanında daha çok insana ulaşmak, başka kültürlerde de anlaşılmak için ‘müziğin dili’ İngilizceyi tercih ediyorum. Ama yanlış anlamayın sakın, İngilizce sözleri sadece Amerikalılar ya da İngilizler tarafından anlaşılmak değil. Bana farklı kültürlerden gelen insanlara tek bir dille iletişim kurma şansı verdiği için tercih ediyorum. Eğer bu Çince olsaydı, o zaman Çince şarkılar yazar ve söylerdim.

Bu ilginç olabilirdi hakikaten. Bu noktada “peki Türkçe?” diye sormam gerekiyor sanırım.
Dillere meraklıyım. Portekizce ya da İspanyolca’da telaffuzum fena olmayacaktır diye düşünüyorum. Ama türkçe şarkı söyesem ne dediğimi anlar mısınız bilemiyorum. Bildiğim tek türkçe kelime ‘teşekkürler’, ki onu da doğru mu telaffuz ediyorum emin değilim. (gayet iyiydi teleffuzu aslına bakarsanız)

Bir de Baba Zula seviyorsunuz diye duyduk?
Evet, evet! Babylon’da çaldığım da tanışmıştık sanırım. Geleneksel enstrümanları modern bir tertibe sokuyorlar, yollarından saptırıyorlar. Gelenekselin bu biçimde kıymete bindirilmesini seviyorum. Modern müziği gelenekselin yerine koyup, yok saymak kabul edilir şey değil bence. Modern müzikte kimse geleneseksel müzikler kadar ‘komplike’ şeyler yapamıyor.


İlk kez bir filmde oynadım!

Fatih Akın’ın filminden bahsettiniz demin, siz nasıl buldunuz filmi?
Fatih Akın’ın ortaya çıkarmak istediği güzelliği gördüm. Çok zor bir hikayeyi anlatmak istedi. Buna rağmen bir ışık da vardı. Karanlık bir öykü anlatmaya kalktığınızda her şeyi karartıyorsunuz, Fatih Akın bunu yapmadı. Orada nasıl karşılandı?

Bazıları filmi izlemeden direkt eleştirdi, bazı Fatih Akın sineması severler de filmi diğer işlerine kıyaslayıp iyi bulmadı.
Daha önce yaptıkları gibi bir şey beklendiyse... Benim içinse her şeyden önce bir filmde rol almak önemliydi. İlk kez bir filmde oynadım! Hem de bir Türk yönetmen tarafından teklif edildi rol! Türkiye ile aramızda bir şey var, ne bilmiyorum ama var. Dil ya da coğrafi olarak aramızda mesafeler olsa da kültürlerimiz arasında köprüler var. Fas’tan vize almadan gidebileceğiniz iki ülke var.

Biri Türkiye, peki diğeri?
Brezilya. Dahası Brezilya’da konser verdiğimde sizdekine çok benzer çılgınlıkta bir seyirciyle karşılaştım. Genç insanlarla, delişmen genç insanlarla. Türkiye’ye ilk gelişimde, o verdiğim ilk konserde korkmuş, ‘neler oluyor burada!’ demiştim. Müthiş bir sürprizdi, müziğimin, şarkılarımın sözlerinin bu kadar iyi bilindiğinin hiç farkında değildim.


Geleneksel kumaşlar, takılar

Yeni albümünüz piyasaya çıkar çıkmaz yolunuz yine buralara düşecek.
Albümün ilk konserlerinden ikisini orada vereceğiz, evet.

Bu gelişiniz için konserler dışında herhangi başka bir planınız var mı?
Yapacağım ilk şey el sanatları satan dükkanlara bakmak olacak. Kendime vazife belledim. Bursa’ya geldiğimde de geleneksel kumaşlardan dikilmiş giyeceklere dalmıştım. Böyleyim ben (kahkaha atıyor yine)

Kendi takılarınızı da kendiniz yapıyorsunuz.
Evet, evet kendim yapıyorum.

Resim peki? Ara mı verdiniz resme?
Hayır, hâlâ resim yapıyorum. Fas’ta geçirdiğim, albümü hazırladığım iki yıl boyunca günlerimi resim ve müziğe bölüştürdüm. Müzikten kafamı kaldırdığımda resim yapmaya daldım, resimden kaldırdğımda da müziğe. İki kedimle birlikte yalnızdım evde. Sessizlik, müzik ve resimle geçirdim tüm vaktimi.

Kendinizi göçebe olarak tanımlıyor, bir yerde çok fazla kalamadığınızı söylüyordunuz. O değişmiş gibi geliyor bu anlattıklarınıza bakılırsa.
“Handmade” sonrasında çıktığım o durdurak bilmez uzun turne bittiğinde Fas’ta kendimi sabitledim, bakıma aldım. Buna ihtiyacım duydum. Şarkılarla, şarkı sözleriyle ve resimle vakit geçirmek ihtiyacı hissettim. Ama biliyorum ki hayatımda müzik olduğu sürece bir göçebe olacağım.

“Kendimi şanslı addediyorum”

“Beautiful Tango” gibi bir şarkı, bir sanatçı için zamanla bir çeşit lanete de dönüşebiliyor. Ne yaparsa yapsın o şarkıyla anımsanacak, önce o şarkının adı zikredilecek.
Bu hoşuma gidiyor, zira bence bu klasikleştiği manasına geliyor. Benim için, kariyerim için o artık bir klasik. Kaybolmayacak bir şarkı yapabilmiş olmak... Bence bir sanatçı tam da bunu arzu eder, ondan sonra da yaşayacak bir eser ortaya çıkarmak. Büyürken dinlediğim şarkılar hayatımda önemli yere sahipti, kendimi ifade etmeme vesile oluyorlardı. Şimdi dinlediğimde beni geçmişe götürüyorlar. “Beautiful Tango”nun da sevenlerinde böyle bir yeri olduğunu bilmek çok güzel. Kendimi şanslı addediyorum.




Yorumlar