Chris Botti: "Coldplay’den bir The Beatles çıkmaz" #röportaj
Caz aleminin Amerikalı trompet üstadı Chris Botti 2014'te bir kez daha bu taraflara yolunu düşürdü. ‘An Evening with Chris Botti’ başlığı altında 15 Ekim akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda hazır bulunanlar Botti'li bir akşam geçirdi. Konserden kısa bir süre önce 52 yaşına basan Grammy ödüllü trompetçiye çeşitli (ve Sting'siz - zira her röportajında bir Sting'dir gidiyor, halbuki kariyeri Sting'den ibaret değil)sorularım oldu.
Kariyeriniz boyunca geniş bir yelpazede, klasik müzik orkestralarından rock yıldızlarına pek çok farklı müzisyenle çalıştınız. Bambaşka bir kulvardaki sanatçıyla çalışmaya nasıl bakıyorsunuz, bir meydan okuma gibi mi, yoksa yeni keşiflere dair açık bir davetiye mi?
Her şey dostlukla başlıyor. Şu güne dek birlikte sahnede çaldığım hemen herkesle çok daha öncesine dayanan bir tanışıklığım vardı. Yani bir plak şirketi durup dururken çıkıp karşıma hiç tanımadığım biriyle çalmamı istemiyor. Örneğin Aerosmith’ten Steven Tyler dostumdur, müziğimi de sever. Neden birlikte bir şeyler yapmıyoruz demiştim, o da durduğumuz hata demişti. Eğer yaptığınız işbirliği suni ise onun bir çeşit ‘iş anlaşması’ olduğu hemen hissedilir.
Klasik müzik orkestralarıyla yaptığınız çalışmalara ayrıca önem veriyorsunuz...
Klasik müzik her şeyin özünde, tam merkezinde. Doğaçlamada müthiş bir yeteneksinizdir, enstrümanınızla harikalar yaratıyorsunuzdur ama önce klasik müzik çalışmalısınız. Çaldığınız enstrümanıın temel ilkelerinin klasik müziğe dayandığını bilmelisiniz. Önce klasik müzik çalışır sonra müziğin farklı dallarına yönelirsiniz.
Frank Sinatra ve Paul Simon
20’li yaşlarınızın başında Frank Sinatra’nın turnesinde yer alma fırsatı yakalamıştınız. Müthiş bir deneyim olmalı, özellikle de kariyerinizin o günleri açısından.
Sinatra’ya, biraz da korkuyla karışık büyük bir saygı duyardım. Onunla sadece iki hafta aynı turnedeydik. Biz konserlerin açılışında çalıyorduk. Sinatra’yı çalışırken izlemek müthişti. Ona dair hatırladıklarımın başında seyircisiyle nasıl ilişki kurduğu, onları nasıl avcunun içine aldığı geliyor. Konser görüntülerini izlediğinizde farkedersiniz, onu dinlemeye gelenlerle sürekli şakalaşırdı. O, Dean Martin, Sammy Davis ve Don Rickles... Birbirleriyle uğraşır, sonra da topu seyirciye atarlardı. Böylece siz de ‘kulübe’ kabul edildiğinizi, kulübün bir parçası olduğunuzu hissederdiniz. Katıksız eski usül eğlenceydi.
Chris Botti kariyerinin bir önemli durağı da 90’ların başında Paul Simon’la yaptığınız çalışmalar. Neler hatırlıyorsunuz o günlere dair?
Paul sayesinde turne bağımlısı oldum! Yaşım 28’di, New York’ta yaşayıp geçimimi stüdyo müzisyenliğiyle sağlamaya çalışırken bir anda kendimi dünya sahnesinde bulmuştum. Rüyam gerçek olmuştu. Dahası kendimi Michael Brecker gibi bir efsanenin yanında bulmuştum. Paul’le çalmam hem bir trompetçi olarak adımı duyurdu, hem de müzik endüstrisinin dikkatini çekmemi sağladı.
Onun sayesinde turne bağımlısı oldum demeniz dikkat çekici, Türkiye’nin de dahil olduğu dünya turnelerine çıkmanızı bir bakıma Paul Simon’a borçluyuz o zaman?
Paul’ü her gün çalışırken gözlemlemek önemli bir öğrenim süreciydi benim için. Detaylara bıkmadan, sıkılmadan gösterdiği özen hayranlık uyandırıcıydı. Gün boyu takıntılı bir biçimde o akşamki konseri düşünürdü. Kendi ekibimle çalışmaya başladığımda ondan öğrendiklerimi esas aldım.
Her gün yoga yapıyorum
Kapağında Chris Botti adını gördüğümüz ilk albümünüz 1995’te, siz 33 yaşındayken çıktı. Neden daha önce bir albüm yapmadınız?
Her şeyden önce geçimimi sağlamak zorundaydım. New York’ta stüdyo müzisyenliği yapıyordum. Bu tip konularda size doğru yolu gösterecek bir haritanız olmuyor elinizde. New York da kariyer başlangıçları için zorlu bir şehir. Paul Simon’la çıktığım turneden kazandığım paranın bir kısmını kenara ayırmıştım. O parayla stüdyo ekipmanı satın aldım, kayıtlar yaptım. Ardından birkaç yılımı da albümümü basacak bir plak şirketi arayarak geçirdim. Kolay değildi.
52 yaşınıza bastınız. İnsan inanmakta güçlük çekiyor, zira hiç yaşınızı göstermiyorsunuz...
İltifatınız için teşekkürler. Sağlığımı korumak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Her gün aksatmadan yoga yapıyorum. Medyanın görünümümle ilgilenmesine çok kafamı takmıyorum açıkçası. Her sanatçının bir imajı vardır; Louis Armstrong’un mendili, Miles Davis’in takım elbiseleri gibi. Eğer nasıl göründüğüm müziğimden daha çok keyif alınmasına vesile oluyorsa ne ala!
Coldplay’den bir The Beatles çıkmaz
Müzik açısından geçmişe oranla çok farklı bir dönemde yaşıyoruz. Dinleme alışkanlıklarımız, müziğe ulaşma şeklimiz değişti. Neler düşünüyorsunuz bu konuda?
Rock’n’roll, caz ya da herhangi başka bir tür, bugünün müziğinin epeyce farklı olduğunu düşünüyorum. Müziğin doğası değişti, yıldız kavramı değişti, insanlar üzerinde etkili müzisyen tanımı değişti. Miles Davis’i ya da The Beatles’ı düşünelim mesela, bir daha asla öyle bir dönem yaşamayacağımızı düşünüyor insan. Çığır açıcı müzikler için bir daha asla öyle verimli bir ortam olmayacak gibi geliyor. Ama bunu dert etmiyorum. Benim işim müziğimle hayatlara dokunmak, dinleyeceklere müzikal hazlar yaşatmak. Arkamda neler bırakacağım veyahut caz tarihi değil. Coldplay’den bir The Beatles çıkmaz, çıkarmaya çalışmak da manasız. Bambaşka zamanlarda yaşıyoruz. Önemli olan müziğinizi dinleyecek insanlara ulaşabilmek.
Yorumlar