Ne etti bu U2 size?


Apple’ın iPhone 6 ve Apple Watch’u takdim ettiği törenin hediyesi yeni bir U2 albümü oldu. İrlandalı grubun 13. stüdyo albümü, mp3 çağının fatihi iTunes üzerinden ücretsiz olarak dünya çapındaki yarım milyar kullanıcıya hediye edildi. Edildi edilmesine de, tepkiler hiç beklenildiği gibi olmadı.

Bu hafta yarım milyar müziksever, ‘Bir sabah uyandığınızda bilgisayarınız, telefonunuz ya da tabletinize yüklenmiş bir U2 albümü bulsanız ne yapardınız?’ sorusuna yanıt ararken buldu kendini. Temkinli yaklaşanlar oldu, sevinenler oldu, ‘bu da ne, virüs mü?’ diyenler oldu. Sürpriz bir hamleydi, zira U2’nun bir albüm hazırladığını biliyor ama ne zaman çıkacağını bilmiyorduk. Hele böyle daha önce Jay Z’nin Samsung’la yaptığı işbirliği benzeri bir yöntemle çıkacağı hiç bilmiyorduk. Fakat biz yine iyiydik, bir de hayatının herhangi bir anında, herhangi bir şekilde U2 ile ilgilenmemiş milyonlar vardı ve onlar da bir sabah uyandılar, cihazlarına yüklenmiş birtakım dosyalar buldular. Virüs mü bu? Diye sormalarına şaşırmamalı.

Hadi onlar neyse, grubun bilen hayatının bir bölümüne konuk eden dinleyeciler de bu çam sakızı çoban armağanını öyle büyük heyecanla karşıladı. Burun kıvrıldı, hatta sosyal medyada dalga türlü espirilerin konusu oldu. Apple yeni ürünlerini pazarlarken, çok ünlü bir grubun albümünü de ücretsiz dağıtmanın ‘haklı gururu’nu yaşayacağını düşünüyordu. Baltayı taşa vurdu.


Kazanan U2

Öte yandan, U2 ve bağlı olduğu plak şirketi albümün yayın hakları karşılığında belli bir ödeme aldı. Dünya çağında yüzlerce konser verseler, gelmiş geçmiş en iyi müziği ihtiva eden bir albüm yapmış olsalar da yarım milyar dinleyiciye ulaşmaları mümkün değildi. Bu sayede ulaştılar. Günün her şeyi anında tüketme kültüründe, albümlerini klasik yollarla çıkarsalar böyle bir gündem oluşturamayacaklardı. Bu sayede o da kendiliğinden oluşuverdi. Apple’ın değil ama U2 bu işten kesinlikle kârlı çıktı.

Bono’nun dünya liderliği

Rock yıldızlarının birer konu mankenine dönüştüklerinde anında yakınmaya başlıyoruz. Politik aktivizmi bir şekilde rock müziğin özüne de uygun olarak bünyelerinde taşımalarını arzu ediyoruz. Ya şarkılarıyla, ya da verdikleri röportajlarda ettikleri kelamlarla. Dünyadan haberleri olmasını, kendi etraflarında ışıltılı dünyadan başları kaldırabilmiş olmalarını.
Bono da işte tam böyle bir yıldızdı. Ta ki dozu abartıp dünyanın en büyük siyasi liderleriyle ‘kankalığa’ kendini fazla kaptırıncaya dek. Sonra işin tadı kaçtı. Tabanla irtibatı kesildi ‘Bono Partisi’nin. Halbuki epey iddialı bir ‘parti’ydiler, dünya vizyonu olan, insana yatırım yapan...


Sonuçta U2, bu yüzden kendisinin bir çeşit parodisine dönüştü. Karşı olduğunu düşündürttüğü kavramların bizzat bir parçası olmaya başladı. Müzikal anlamda da bekleneni veremeyince, U2’ya hiçbir şekilde kulak kabartmaya yanaşmayan koca bir kuşak yetişti. Dahası zamanında U2 şarkılarıyla yatıp kalkan kuşağı da küstürdüler.

Günü yakalamak isteyen şarkılar

U2’nun Bono, The Edge, Larry Mullen ve Adam Clayton’lı değişmez kadrosuyla kaydettiği 13. stüdyo marifeti ‘Songs Of Innocence’, aslına bakarsanız iyi de bir albüm. Piyasaya çıkış şekliyle hakkında konuşulmaktan dinlenmeye vakit kalmıyor pek. Ama itinalı bir dinleme seansı sonucunda bunun yaşını başını almış bu rock grubu için epey genç bir albüm olduğunu görüyoruz. Kendi imza hareketlerini kaybetmeden, tanınmayacak hale gelmeden, bildik yanlarını kaybetmeden günü yakalamak isteyen şarkılar. Sözler Bono’nun hayatına, eşine, çocukluğuna, idollerine dair pekçok dize ihtiva ediyor. Bu bakımdan bir U2 albümündense Bono’nun kendi başına kotardığı bir albüm izlenimi veriyor.

Ama albümün genel havasında, detayları birlikte çalışılan günün has prodüktörleri sayesinde öne çıkan şarkılar etkili. Özellikle de Danger Mouse bu albümün güzergah tayininde fazlasıyla etkili olmuş. Yeni şarkıların emanet edildiği bir diğer prodüktör de Adele’in başarısında çok büyük paya sahip Paul Epworth. Anlaşılan 5 yıl önce çıkan ‘No Line on the Horizon’ın hit şarkı çıkarmakta çektiği güçlüğü bertaraf istemişler. Güçlü de bir istekmiş ki bu albümün her notasına yansımış.


Göz ardı edilemeyecek kariyer

1976’da kurulmuş, ilk plağını 1980’de çıkarmış bir gruptan, her turnesi görkemiyle düşman çatlatan müthiş bir kariyerden bahsediyoruz. Daha doğrusu bahsetmeliyiz. Çünkü bazı konularda bize batan yanları U2’yu ve özellikle Bono’yu katlanılmaz kılıyor, haklısınız. Durumdan bu okuduğunuz satırların sahibi de fena halde şikayetçi. Ama öte yandan, ‘With Or Without You’larla, ‘One’larla ağlatmış, ‘Pride (In the Name of Love’lar ve ‘Sunday Bloody Sunday’lerle yumrukları havaya kaldırtmış bir gruptan bahsediyoruz. Rock’ın köklerine kadar inmiş (1988’de çıkan ‘Rattle and Hum’), geleceği hakkında fikir beyan etmiş (1993’te çıkan ‘Zooropa’) bir grup U2. Nereden bakarsanız bakın, haklarında tek bir kötü kelam edemeyeceğimiz ‘The Joshua Tree’ (1987) ve ‘Achtung Baby’ (1991) albümleri bile ezberden, sadece son 15 yıllarına bakarak yorumlar yaparken temkinli olmayı gerektirecek kadar önem arz ediyor. Apple gibi ısrar edip elinize albümü tutuşturacak değiliz tabii. Emrivakileri, hele söz konusu şey müzikse, sevmek mümkün değil. Sadece bakış açınıza bir küçük katkıda bulunmaktır niyetimiz. Yoksa üç günlük dünya, varsın U2 da sevilmesin eskisi kadar.

Yorumlar