Blondie ve Deborah Harry ya da Bir sarışınla 40 yıl
Müzik tarihinin en havalı sarışını Deborah Harry’nin Chris Stein’le birlikte kurduğu Blondie 40. Yaşını kutluyor. Dahası 6 Eylül akşamı İstanbul’un yeni konser mekanı Black Box’ın sahnesinde bu koca 40 yılın ilk Türkiye konserini verecekler.
Haziran 1976’da New York’taki plakçılarının raflarında bir 45’lik belirir. Evet, raflarında. Zira henüz mevzubahis 45’lik plağın sahibi grubun ürünlerin vitrinlerde heybetli yerler kaplayacağı vakitler gelmemiştir. Plağa gözü takılan, raftan çekip dikkatle inceleyenler New York şehrinin sokaklarının sıkı müdavimleridir ekseriyetle. Şehrin kaybedenlerinden, gece yaşayanlarından, kaybetmeye özenenlerinden, kaybettiklerini bulmaya umanlarından, neyi kaybettiklerini henüz kestirememişlerinden oluşan birtakım genç insanlar alaka göstermektedir plağa.
Bazılarına grubun ismi tanıdık gelir, el ilanlarından, afişlerden anımsarlar. Bazıları grubu günün takılması en havalı mekanlarından CBGB’de canlı izlemiştir. Bazılarının dikkatini plağın A yüzündeki şarkı çeker. Plağı basan şirketin ikna ve telkiniyle “Sex Offender”dan “X Offender”a evrilmek zorunda kalan şarkının isminde bir şey vardır onları çeken. Yılın ilerleyen günlerinde aynı grubun bir 45’liği daha belirir ortalıkta, ardından da adlarının iyice göze çarpacak ebatlarda yazıldığı, bir de fotoğraflarının süslediği ilk albümleri.
Albümdekiler sokaktan şarkılardır. Ekseriyetle de gecenin bir köründe, sokak lambalarının keyfine göre aydınlattığı sokaklardan. Scorsese’nin Taxi Driver’ındaki New York’tur burası, bir cumartesi gecesi ateşinin dumanları arasında John Travolta’yı dans ederken görebileceğiniz New York. Hem devasa, hem de küçücük. “New York’ta herkes birbirini tanımak zorunda kalır” Deborah Harry’ye göre.
Marilyn Monroe’nun kızı
Deborah Ann Harry ya da bizim ona daha çok yakıştırdığımız, samimiyeti daha bir kuvvetli adıyla Debbie Harry,ilk kez 20 yaşında ayak basar New York’a. Yıllardan 1965’tir. Beat yazar ve şairlerinin, gitarıyla faşit öldürecek kadar protest şarkılar yazan folk müzisyenlerinin New York’undan rock’ın ve saçına çiçek takanlarınkine geçişin tam göbeğinde bulur kendini. Truman Capote’nin New York’u yerini Andy Warhol’unkine bırakmaktadır.
Evlatlık olarak verilen, çocukluğunu Marilyn Monroe’yu biyolojik annesi olarak görmeye kendini inandırarak geçiren Debbie için New York’a uyum sağlamak güç olmaz. Belki de nihayet ait olduğu yeri bulmuştur. BBC’nin bürosunda sekreterlikten Plaboy tavşan kızlığına türlü işe girip çıkar. Harlem’in mahalle kültürünü yerinde deneyimler, popüler uyuşturucuların kafasına bakar, bir milyonerle evlenir. Evlenir, evlendiği gibi de boşanır. Folk grubu The Wind in the Willows’a geri vokal yapar. Grubun ilk albümünde sesi işitilir. Grubun prodüktörü, birkaç sene sonra Woodstock Festivali’ni yaratacak iki isimden biri olan Artie Kornfield’dir. Albüm iki seksen yatar, tek faydasını gören Kornfield olur.
Chris Stein’la bir ömür
Malcolm McLaren’ın Londra’da Sex Pistols’la punk dizayn etmeden önce menajerlik yeteneklerini bilediği apartman topuklu rock’n’roll’un provokatif ekibi New York Dolls’u izler bir gece. Kendi grubunu kurmaya karar verir. Takvimlerin yıl hanesinde 1972 yazdığı esnada bu muradına erer, The Stillettos’u faaliyete geçirir. Blondie’yi birlikte kuracağı, hayatını paylaşacağı ve ne olursa olsun ilelebet dost kalacağı Chris Stein’la da The Stillettos sayesinde tanışır.
İlk 45’lik “X Offender” piyasaya çıktığında Ramones, Talking Heads, Patti Smith ve Television’la birlikte günün ve şehrin en ‘canlı’ gruplarından biriydiler. Kısa sürede adları İngiltere’de de duyuldu. Büyük plak şirketine geçiş, top 10 müdavimi şarkılar ve üretkenlik delili peş peşe çıkan albümlerle 1977 ile 1982 arasında enfes günler geçirdiler. Chris Stein’ın sağlık durumu bir molayı zorunlu kılınca solo albümlerle devam etti Debbie Harry.
Zamane kaynağı Wikipedia’ya sorarsanız Blondie ‘Amerikalı bir rock grubu’. Halbuki Blondie’nin müziğini tek bir türe, sınıfta özetlemek pek öyle basit değildi. Alın size Wikipedia’ya güvenmemek için bir sebep daha. Neyse... Tuşlu çalıgıları eksik etmeyen, bas gitarla nabız tutan, gitar ve davullarıyla da kah punk’a kah disko kültürüne meyleden müzikleri kolayca dinleyicisini buluyordu. 50’lerin tatlı pop’unu, 60’ların rock’ını, 70’lerin punk tohumlarını, disko şarkılarının ‘oturmaya mı geldik’liğini ve reggae ritimleri bulmak mümkündü Blondie müziğinde. Tabii tüm bu müzikal reçetenin tatbik edilişini kolaylaştıran en büyük etken Debbie Harry’nin varlığıydı.
Hey, Sarışın!
Grubun adı sorulunca taksicilerin kendisine “hey, sarışın!” diye laf atışını kaynak gösteriyor Debbie Harry. Kulağa saçma gelmiyor doğrusu. İlgi çekmekte hiç zorlanmayan, bunun da gayet farkında bir kadın olmuş hep. Dip boyası gelmiş sarışınlıkla tam sarışınlık arasında gidip gelen saçı ile yüz hatları her daim hakkında fikir beyan etmeden durulamayan şeyler olmuş. Bugün artık 69 yaşına gelmiş olsa da endamından pek az şey kaybetmiş Debbie Harry. Hollywood yıldızlarına yakıştırılan cinste bir ışıltısı var. Şarkı sözlerinden, davetkarlığın dozun duruma göre ayarlamayı bilen sesinden de bahsetmemek olmaz tabii. Şarkıları kendine mal edebilmesinden, giydiğinden, giymediğinden de. Sahne ışıkları altında yaşamak için doğmuş dediğimiz cinste bir şahsiyet, endam. Sıkıcılığın yanından geçmeyen kült bir figür. İyi ki var.
Blondie dosyalarından
Hitler’in köpeğinin adı da Blondi olunca, gruba ilk yıllarında bolca sorulur dünya tarihinin bu kısmından ilham alıp almadıkları. Onlarsa grubun adının Debbie Harry’ye taksicilerin attığı laflardan geldiği hikayesine sadık kalırlar.
Geçtiğimiz Mayıs kaybettiğimiz ressam ve tasarımcı H.R. Giger’le çalışır Deborah Harry 1981’de çıkan ilk solo albümü için. Amaç Blondie’yel akıllara yerleşen imajın dışına çıkabilmektir. Sonuç müzik tarihinin en ikonik albüm kapaklarından biri olur.
Çeşitli röportajlarında 1974’le 1978 arası 7 eyalette 30 cinayeti işlediğini itiraf eden ve idam edilen ‘ünlü’ seri katil Ted Bundy ile başından geçen bir vukuattan bahseder Debbie Harry. Bir gece, Bundy’nin arabasına binmiş olabileceğini ve ucuz kurtardığını anlatır. Ted Bundy biyografisi yazan uzmanlara(!) göre Harry’nin seri katilin arabasına binme ihtimali pek yok, zira bahsi geçen gece Bundy’nin başka bir yerde olduğu bilgisi mevcut. Yine de insan, Debbie Harry’ye mi inanacağız yoksa kafayı bir seri katile takmış insanlara mı demiyor değil.
Debbie Harry New York’a ayak bastığında tanıştığı isimlerden biri de tabii ki Andy Warhol olur. Warhol gözetiminde gerçekleşen The Velvet Underground konserlerinde hazır bulunur, Warhol’un meşhur Fabrikası’nda takılır. Dostlukları yıllar boyu devam eder.
Bir de sinema kariyerinden söz etmek mümkün Debbie Harry’nin. David Cronenberg’in 1983’te çektiği Videodrome ve John Waters’ın yakın zamanda yeniden çevrimiyle izlediğimiz Hairspray’i iki nadide örneği Debbir Harry’nin sinema macerasının.
Haziran 1976’da New York’taki plakçılarının raflarında bir 45’lik belirir. Evet, raflarında. Zira henüz mevzubahis 45’lik plağın sahibi grubun ürünlerin vitrinlerde heybetli yerler kaplayacağı vakitler gelmemiştir. Plağa gözü takılan, raftan çekip dikkatle inceleyenler New York şehrinin sokaklarının sıkı müdavimleridir ekseriyetle. Şehrin kaybedenlerinden, gece yaşayanlarından, kaybetmeye özenenlerinden, kaybettiklerini bulmaya umanlarından, neyi kaybettiklerini henüz kestirememişlerinden oluşan birtakım genç insanlar alaka göstermektedir plağa.
Bazılarına grubun ismi tanıdık gelir, el ilanlarından, afişlerden anımsarlar. Bazıları grubu günün takılması en havalı mekanlarından CBGB’de canlı izlemiştir. Bazılarının dikkatini plağın A yüzündeki şarkı çeker. Plağı basan şirketin ikna ve telkiniyle “Sex Offender”dan “X Offender”a evrilmek zorunda kalan şarkının isminde bir şey vardır onları çeken. Yılın ilerleyen günlerinde aynı grubun bir 45’liği daha belirir ortalıkta, ardından da adlarının iyice göze çarpacak ebatlarda yazıldığı, bir de fotoğraflarının süslediği ilk albümleri.
Albümdekiler sokaktan şarkılardır. Ekseriyetle de gecenin bir köründe, sokak lambalarının keyfine göre aydınlattığı sokaklardan. Scorsese’nin Taxi Driver’ındaki New York’tur burası, bir cumartesi gecesi ateşinin dumanları arasında John Travolta’yı dans ederken görebileceğiniz New York. Hem devasa, hem de küçücük. “New York’ta herkes birbirini tanımak zorunda kalır” Deborah Harry’ye göre.
Marilyn Monroe’nun kızı
Deborah Ann Harry ya da bizim ona daha çok yakıştırdığımız, samimiyeti daha bir kuvvetli adıyla Debbie Harry,ilk kez 20 yaşında ayak basar New York’a. Yıllardan 1965’tir. Beat yazar ve şairlerinin, gitarıyla faşit öldürecek kadar protest şarkılar yazan folk müzisyenlerinin New York’undan rock’ın ve saçına çiçek takanlarınkine geçişin tam göbeğinde bulur kendini. Truman Capote’nin New York’u yerini Andy Warhol’unkine bırakmaktadır.
Evlatlık olarak verilen, çocukluğunu Marilyn Monroe’yu biyolojik annesi olarak görmeye kendini inandırarak geçiren Debbie için New York’a uyum sağlamak güç olmaz. Belki de nihayet ait olduğu yeri bulmuştur. BBC’nin bürosunda sekreterlikten Plaboy tavşan kızlığına türlü işe girip çıkar. Harlem’in mahalle kültürünü yerinde deneyimler, popüler uyuşturucuların kafasına bakar, bir milyonerle evlenir. Evlenir, evlendiği gibi de boşanır. Folk grubu The Wind in the Willows’a geri vokal yapar. Grubun ilk albümünde sesi işitilir. Grubun prodüktörü, birkaç sene sonra Woodstock Festivali’ni yaratacak iki isimden biri olan Artie Kornfield’dir. Albüm iki seksen yatar, tek faydasını gören Kornfield olur.
Chris Stein’la bir ömür
Malcolm McLaren’ın Londra’da Sex Pistols’la punk dizayn etmeden önce menajerlik yeteneklerini bilediği apartman topuklu rock’n’roll’un provokatif ekibi New York Dolls’u izler bir gece. Kendi grubunu kurmaya karar verir. Takvimlerin yıl hanesinde 1972 yazdığı esnada bu muradına erer, The Stillettos’u faaliyete geçirir. Blondie’yi birlikte kuracağı, hayatını paylaşacağı ve ne olursa olsun ilelebet dost kalacağı Chris Stein’la da The Stillettos sayesinde tanışır.
İlk 45’lik “X Offender” piyasaya çıktığında Ramones, Talking Heads, Patti Smith ve Television’la birlikte günün ve şehrin en ‘canlı’ gruplarından biriydiler. Kısa sürede adları İngiltere’de de duyuldu. Büyük plak şirketine geçiş, top 10 müdavimi şarkılar ve üretkenlik delili peş peşe çıkan albümlerle 1977 ile 1982 arasında enfes günler geçirdiler. Chris Stein’ın sağlık durumu bir molayı zorunlu kılınca solo albümlerle devam etti Debbie Harry.
Zamane kaynağı Wikipedia’ya sorarsanız Blondie ‘Amerikalı bir rock grubu’. Halbuki Blondie’nin müziğini tek bir türe, sınıfta özetlemek pek öyle basit değildi. Alın size Wikipedia’ya güvenmemek için bir sebep daha. Neyse... Tuşlu çalıgıları eksik etmeyen, bas gitarla nabız tutan, gitar ve davullarıyla da kah punk’a kah disko kültürüne meyleden müzikleri kolayca dinleyicisini buluyordu. 50’lerin tatlı pop’unu, 60’ların rock’ını, 70’lerin punk tohumlarını, disko şarkılarının ‘oturmaya mı geldik’liğini ve reggae ritimleri bulmak mümkündü Blondie müziğinde. Tabii tüm bu müzikal reçetenin tatbik edilişini kolaylaştıran en büyük etken Debbie Harry’nin varlığıydı.
Hey, Sarışın!
Grubun adı sorulunca taksicilerin kendisine “hey, sarışın!” diye laf atışını kaynak gösteriyor Debbie Harry. Kulağa saçma gelmiyor doğrusu. İlgi çekmekte hiç zorlanmayan, bunun da gayet farkında bir kadın olmuş hep. Dip boyası gelmiş sarışınlıkla tam sarışınlık arasında gidip gelen saçı ile yüz hatları her daim hakkında fikir beyan etmeden durulamayan şeyler olmuş. Bugün artık 69 yaşına gelmiş olsa da endamından pek az şey kaybetmiş Debbie Harry. Hollywood yıldızlarına yakıştırılan cinste bir ışıltısı var. Şarkı sözlerinden, davetkarlığın dozun duruma göre ayarlamayı bilen sesinden de bahsetmemek olmaz tabii. Şarkıları kendine mal edebilmesinden, giydiğinden, giymediğinden de. Sahne ışıkları altında yaşamak için doğmuş dediğimiz cinste bir şahsiyet, endam. Sıkıcılığın yanından geçmeyen kült bir figür. İyi ki var.
Blondie dosyalarından
Hitler’in köpeğinin adı da Blondi olunca, gruba ilk yıllarında bolca sorulur dünya tarihinin bu kısmından ilham alıp almadıkları. Onlarsa grubun adının Debbie Harry’ye taksicilerin attığı laflardan geldiği hikayesine sadık kalırlar.
Geçtiğimiz Mayıs kaybettiğimiz ressam ve tasarımcı H.R. Giger’le çalışır Deborah Harry 1981’de çıkan ilk solo albümü için. Amaç Blondie’yel akıllara yerleşen imajın dışına çıkabilmektir. Sonuç müzik tarihinin en ikonik albüm kapaklarından biri olur.
Çeşitli röportajlarında 1974’le 1978 arası 7 eyalette 30 cinayeti işlediğini itiraf eden ve idam edilen ‘ünlü’ seri katil Ted Bundy ile başından geçen bir vukuattan bahseder Debbie Harry. Bir gece, Bundy’nin arabasına binmiş olabileceğini ve ucuz kurtardığını anlatır. Ted Bundy biyografisi yazan uzmanlara(!) göre Harry’nin seri katilin arabasına binme ihtimali pek yok, zira bahsi geçen gece Bundy’nin başka bir yerde olduğu bilgisi mevcut. Yine de insan, Debbie Harry’ye mi inanacağız yoksa kafayı bir seri katile takmış insanlara mı demiyor değil.
Debbie Harry New York’a ayak bastığında tanıştığı isimlerden biri de tabii ki Andy Warhol olur. Warhol gözetiminde gerçekleşen The Velvet Underground konserlerinde hazır bulunur, Warhol’un meşhur Fabrikası’nda takılır. Dostlukları yıllar boyu devam eder.
Bir de sinema kariyerinden söz etmek mümkün Debbie Harry’nin. David Cronenberg’in 1983’te çektiği Videodrome ve John Waters’ın yakın zamanda yeniden çevrimiyle izlediğimiz Hairspray’i iki nadide örneği Debbir Harry’nin sinema macerasının.
Milliyet Sanat dergisinin Eylül sayısından
Yorumlar