Portishead'e beş kala biraz hafıza tazeleyelim
Ülkemizde seveni de, bekleyeni de gayet fazla olan İngiliz grup Portishead nihayet 20 Ağustos’ta GNL organizasyonuyla KüçükÇiftlik Park’ta gerçekleştirilecek Midtown Fest vesilesiyle İstanbul’daki ilk konserini verecek. Heyecanımız büyük, mendillerimiz hazır, yorganımız kafamıza kadar çekili (hem de bu sıcakta evet). Ama önce Beth, Geoff ve Andrian'ın geçmişine ve müziğine dair anlatılacaklar var.
Şehirler, müzisyenlerle eşleşir bazen. O şehir o isimlerle anılır hale gelir. O şehre ait bir tını, bir ‘camia’ ortaya çıkar. 60’larda Liverpool şehri böyledir misal. The Beatles’ı çıkartır. 80’lerde Manchester hareketlidir. Adı çılgınlaştırılıp Madchester’a dönüşecek ve başta The Smiths olmak üzere onlarca grubu çıkartacak kadar hem de. Nashville, Amerika’nın en ‘Amerikan’ müziklerinin, en iyi çalındığı yer olarak müzik dünyası şehir haritasına adını yazdırır. Los Angeles perma saçlı frapan rockçılarıyla anılır çokça. Seattle’sa 90’larda rock müziği tekrar ayakları yere basar hale getiren grunge gruplarıyla.
Berlin şehrinin bir ‘sound’u vardır, David Bowie bile gider orada o havayı soluyarak kayıtlar yapar. Orada yaptığı kayıtlarda Berlin şehrinin etkisi her daim zikredilir. New York’tan 70’lerin ikinci yarısında bir gece kulübünün ve orada sahneye çıkan Ramones, Television, Talking Heads ve Blondie gibi grupların bıraktığı kalıcı izler de keza. Örnekleri çoğaltabilir, bizden de Ankara’yı örnek gösterebiliriz mesela, ama satırlar kısıtlı, buradan ani bir manevrayla esas konumuza bağlanalım.
Massive Attack, Tricky ve Portishead
90’lı yılların alternatif seslerin ana akıma hükmettiği günlerinde müzik dünyasının şehir haritasına İngiltere’nin güney batısındaki denize nazır kenti Bristol’ü katansa, buradan çıkan üç isim, Massive Attack, Tricky ve Portishead olmuştu. Benzer bir müzik anlayışına sahip, dünya çapında bilinir olmadan evvel birbirlerini tanıyan genç müzisyenlerdiler. Yaptıkları müzik türü 90’lara dair en güzel şeylerden biri olarak anmakta sakınca olmayacak trip-hop’tu. Öyle adlandırıldı, öyle sınıflandırıldı. Tıpkı birkaç yıl öncesinde Seattle’dan çıkan, birbirinden farklı müzikler yapsalar da adları tek nefeste birlikte sayılmaya mahkum Nirvana, Pearl Jam, Soundgarden ve Alice In Chains gibiydi onlar için de durum. Halbuki Tricky’nin müziği gecenin bir vakti yanlışlıkla girilen, loş mu loş bir çıkmaz sokağa ait gibi tınlıyordu. Massive Attack’ınki benzer altyapıları ve estetikleri daha tribal, daha şamanik bir taraftan yaklaşarak şarkılarına yerleştiriyordu. Dünya çapında olan bitene kulakları hep açıktı. Portishead ise, Beth Gibbons, Geoff Barrow ve Adrian Utley’den mürekkep Portishead’se benzer bir kökten filizlenip bambaşka bir tarafa dallarını uzatmıştı.
Tüm zamanların en iyilerinden
1994 sonbaharında raflarda beliren (ilginçtir, o tarihlerde albümler raflarda belirirdi) basit, ama dikkat çekici kapaklı bir albüm çıkışının üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen hâlâ ne etkisinden, ne de iyiliğinden bir gıdım olsun kaybetmedi. ‘Dummy’ adı uygun görülen bu ilk Portishead uzunçaları iyi nota, dinlemelere doyulmayan şarkı adeti ve taze fikirlerle o on yılın, son elli yılın, ya da tüm zamanların en iyi albümlerinden biri olarak görüldü.
Geoff Barrow tarafından kuruldu esasen Portishead, altyapıları hazırlamak, sesleri kesip biçip şarkıların altına itinayla döşemek, prodüksiyona dair her türlü detayla uğraşmak onun işiydi. Vokaller ve şarkı sözleriyse Beth Gibbons’ın. Barrow ve Gibbons’ın ortaya çıkardığı müziği tamamlayıcı elementse aklı cazda gönlü yeni seslerde gitarist Adrian Utley olmuştu.
Sesi de görüntüsü de ‘çıtırtılı’ eski bir siyah-beyaz film sahnesiydi sanki herbir şarkı. Filmler muhtelif, siyah-beyazlık sabitti. Kâh bir casus filmi, kâh bir kara film ânı yakalıyordunuz. İşitilen notalardan, Beth’in sesinin de büyük katkısıyla, hep bir melankoli, hep bir depresif ruh hali akıyordu dinleyiciye. Beth, albümün unutulmazlarından ‘Glory Box’ta “bana bir sebep göster” dediğinde öyle gerçekti ki söyleyişi İngilizce bilmeseniz de hissettiklerini anlayabiliyordunuz. ‘Roads’ta “benden taraf kimse yok”, ‘Sour Times’ta “beni kimse sevmiyor” dediğinde ona inanmamak için tek bir sebep bulamıyordunuz. Portishead’in sırrı da burada yatıyordu, o ikna edicilikte, o kıskıvrak yakalama maharatinde.
‘Dummy’nin üç sene sonrasında kendi adlarını verdikleri albümleri ‘Portishead’ geldi. Bu defa siyah-beyaz film koleksiyonuna Ed Wood tarzı b tipi bilim-kurguları da eklemişlerdi. Beth’in sesi yine alıp götürüyor, zihnin ve kalbin loş köşelerine, unutulmak istenenlerini tek tek durakları yapıyordu. Ertesi sene bir konser albümü geldi ekipten. 35 kişilik bir orkestra eşliğinde ilk iki albümlerinden seçtikleri şarkıları icra ettikleri bu kayıt 10 yıl sürecek molanın da başlangıcı oldu.
20 yılda sadece 3 albüm
2008’te yayımlanacak ‘Third’e kadar başka başka projeler, başka kayıtlar, başka maceralar peşinde koştu Portishead. ‘Third’ internette (raflardan internette belirmeye geçmişti albümler bu 10 yıllık mola esnasında) belirdiğinde büyük bir heyecan yarattı. Yarattı yaratmasına ama müziğin dinlenme alışkanlıkları da, piyasası da değişmişti o arada. En önemlisi de onları ‘ölümüne’ dinleyen gençler şimdi iş güç sahibi evli barklı insalardı. Yeni bir kitle, onları geçmişten yadigar, çok iyi müzik yapan bir ekip olarak bilen ama tam tanımayan bir kitleyle karşı karışıyaydılar. Yine de albüm başarılıydı, özlenmişlerdi her halukarda.
Portishead’e içten içe kızmak, 20 yılda sadece üç albüm yaparak iyi müziklerinden bizi mahrum bırakışlarına sitem etmek mümkün. Hatta belki de hakkımız. Öte yandan tam da bu beklenti yüzünden ekipte oluşan bir yeni albüm fobisi de olabilir. Hayal kırıklılığı yaratmamak için yeni bir işiyle ortaya çıkmakta tereddüt eden sanatçılar. Bundan da bir yazı konusu olur, Twitter tabiriyle ‘atalım fav’a’.
Büyük randevu 20 Ağustos’ta
20 ağustos akşamı Midtown Fest’in ‘assolist’i olarak sahnede olacak Portishead. O akşam seyirciler arasında gençleri de, 40’lı yaşlarında müzikseverleri göreceğiz. Diğer Bristol evlatlarından Massive Attack de, Tricky de sıkça ülkemizi ziyaret ediyorlar. Geoff Barrow da projelerinden biriyle İstanbul’a uğramıştı. Ama bu Portishead’in ülkemizdeki ilk konseri olacak. O akşam havada yoğun bir iyi müzik dalgası hissedilecek. Balkanlar üzerinden gelenler yağışlı hava dalgaları gibi olur mu bilemeyiz ama görkemli bir duygu seli yaşanacağı kesin. Meteorolojiyi şimdiden (bu defa da biz) uyaralım.
Midtown Fest’te başka kimler var?
‘Şehirli Festival’ sloganıyla bu yıl ilk kez düzenlenecek Midtown Fest’te Portishead’den önce sahnede izleyeceğimiz isimler de biribirinden güzel müzikal anlara sebebiyet verecek. Festivalin İngiliz konuklarından Savages günümüzün en mühim gruplarından biri. Rock’ın post-punk kulvarından büyük depardalar. O gün sahnede olacak bir diğer İngiliz ekipse Portishead’in hemşehrisi Thought Forms. Portishead’den Adrian Utley’in favorilerinden genç bir ekip. Bizden isimler de hiç aşağı kalır gibi değil. Rock’n’roll hırçınlığının İstanbul’da hayat bulmuş üçlü The Ringo Jets, yurtdışında çok iyi eleştriler alan The Away Days ve ‘trip-hop a la turca’ kontenjanından Telepotik.
Yorumlar