Asri zamanlar, mutat robotlar ve maharetli Bay Albarn

The Beatles’ın ilk 33’lük plağının, popüler müziğin çehresinin değişeceğinin ve taptaze bir kuşağın gelişini müjdelercesine plakçı vitrinlerinde yerini aldığı sene. Yani, kısaca 1963. Geleceğin yetenekli tasarımcısı ve mimarı Keith Albarn heykel bölümünden mezun olma derdiyle mecelleşmektedir. Birkaç yıl içinde işleriyle, günün renkli ve yeniliğe açık zihinleriyle tam uyumlu halde adını duyuran, gazetelerde adıyla sanıyla haber olan bir tasarımcıya dönüşür Keith. Aşık olur, kendisi gibi bir sanatla alakadar Hazel’la hayat çizgilerini birleştirir. İki çocukları olur; Damon ve Jessica.

Britanya topraklarının en eski yerleşim yerlerinden, en eski şehirlerinden birinde, Colchester ve mıntıkasında, o klişe tabirle, sanatla içiçe büyür Keith-Hazel çiftinin ilk çocuğu Damon. Blur’u kuracağı Graham Coxon’la da o sıralar tanışır. Her büyük grubun bir John Lennon / Paul McCartney’si, Mick Jagger / Keith Richards’ı aranır. Blur’unki de Albarn ve Coxon’dır.

Ah şu modern hayat 

‘Seattle’dan geldim ben’ diyen her müzisyenin, her grubun hatırı sayılır bir ilgiye mazhar olmasıyla geçen 90’ların ilk yıllarında, okyanusun Britanya kıyılarında gencecik gruplar, İngiliz basını tarafından Brit-pop şemsiyesi altında toplanıp teker teker yıldızlaştırılmaktadır. Suede, Oasis, The Verve, ve geç keşfedilip takıma dahil edilen Pulp. Blur de bu genç takımın esas oyuncularındandır. Kadro Alex James ve Dave Rowntree ile tamamlanmış. Birkaç isim değişimi ardından Blur’de karar kılınmış, ilk plak anlaşması imzalanmıştır. Leisure 1991’de çıkar. Beğeneni de beğenmeyeni de çok olur.

İkinci albüm Modern Life Is Rubbish en başta adıyla ortaya koyduğu modern hayat çöptür/saçmalıktır savıyla dikkat çekicidir. Albarn ve Coxon’ın ilk albümle yakalayamadıkları kulaklara da ulaşma çabası da aşikardır. Kadri kıymeti İngiltere dışında hep az bilinmiş The Kinks’in bu albümün Blur’ündeki etkisi çok konuşulur.

İpte iki cambaz 

Üçüncü albüm Parklife'la işler tam anlamıyla çığrından çıkar. Girls & Boys, Parklife ve End of the Century gibi şarkılar dillere yapışır kalır. Şan şöhret baş döndürür. Dergi kapaklarından aşağısı kurtarmaz. İçki, uyuşturucu su gibi akar. Tabii bir de ezeli rekabet, İngiliz müzik tarihinin en şenlikli ‘kan davası’ patlak verir.

Blur’e biçilen ilk rakip Suede olmuştu. Suede’i Brett Anderson’la birlikte kuran Justine Frischmann’ın Damon Albarn’la olan ilişkisi vesilesiyle de epey dedikodu sütunu doldurur cinsten bir rekabetti. Ama Oasis’le Blur arasında kurulan hem suni hem de ciddi rekabet bambaşkaydı. Suni diyoruz, zira İngiliz basını için biçilmiş kaftandı bu popülerliği tavan yapmış iki grup arasındaki her şeyi, sarfedilen her kelimeyi manşete taşımak, abartmak, iyice şişirip servis etmek. Öte yandan arada bir sınıf savaşı da vardı. Oasis işçi sınıfından geliyordu. Bohem hayatlardan gelen Blur’e daha iyi bir zıt kutup bulunamazdı. Ticari anlamda da bu rekabetin epey bir getirisi vardı.

Blur zamanla, ve Graham Coxon’ın yönlendirmesiyle yeniliklere kendini açmaya başladığında takvimler 1997’yi, vitrinler grubun kendi adını verdiği albüm Blur'ü gösteriyordu. Beettlebum nefisti, ama Song 2'nun kontrolden çıkmış enerjisi ve 'vu huu’su dillere destandı. Blur krallığında refah seviyesi tepe noktasına ulaşmıştı. Üstüne bir de değişimi yine baş köşeye koymuş 13 albümü geldi. Tender'ın başını omzuma yasla der gibiliği, Coffee & TV'nin ailemizden biriliği derken eleştirmenler de, grubun sevmeyenleri de nakavttı.

Metamorfoz

“90’larda pop yıldızlığı mefhumu bir anakronizm. Biraz son dinozor olmak gibi. Yeni bin yılda bir kuyruklu yıldız gelip hayatta kalanlarımızı silip süpürecek gibi geliyor bana. U2 hariç; tıpkı hamamböcekleri gibi, onlar her koşulda hayatta kalmayı başarır.” 1995’te Rolling Stone’a verdiği röportajda böyle diyordu Damon Albarn. 2000’lerle beraber genişlettiği kapsama alanını belki de en çok bu fikre borçlu. Jamie Hewlett’in çizdiği, Albarn’ın müzik tarafını sırtladığı Gorillaz, yeni bin yıldaki ilk hayatta kalma refleksiydi.

Sonra Afrika’yı, Afrika müziğini keşfe çıktı. 1967 aşk yazının bir meyvesi oluşunun, aydınlanmayı Asya ve Afrika’da arayan kuşağa mensup anne-babasından miras içgüdüyle. Belki bir sabah kalkıp, kendini bir ‘world music’ sanatçısı olarak bulmadı. Ama pop yıldızlığından her yeni işi merak edilen eleştirmen gözdesine dönüşümünde Kafka’nın kulağını çınlatacak bir keskinlik olduğu aşikar. Arzuya göre , bir olgunlaşma, kendini arama, daha sofistikeye doğru hamle olarak da açıklanabilir.
Mutat Robotlar
Kapağında hiçliğin ortasında, bir tabureye oturmuş boynu bükük bir Damon Albarn gördüğümüz Everyday Robots aslında tam bir şarkıcı / şarkı yazarı albümü. Ama tabii, güne uygun, bugünü yaşayan, bugünden beslenen bir albüm.
Yalnızlığa kafa yoran Lonely Press Play, bir filden ilhamlı Mr. Tembo, gündelik hayatın teknolojiyle el ele verip robota çevirdiği mutat insanların şarkısı Everyday Robots, Bat For Lashes olarak tanıdığımız Natasha Khan dokunuşlu The Selfish Giant, Albarn’ın LSD uzmanı psikolog-yazar Timothy Leary tırnağı açtığı Photographs (You are Taking Now), iki şarkı bir arada You and Me, Brian Eno’nun varlığıyla ekstra kat çıkan Heavy Seas of Love... Hepsi birer tekrar tekrar okunacak Damon Albarn öyküsü.

Son söz: Birkaç iyi adam

Thom Yorke, Beck, Josh Homme (Queens of the Stone Age), Jack White ve bu satırların konu ettiği Damon Albarn. Son 20 yılın medarı iftiharı müzisyenler. Yeni fikirler, yeni projeler, açık zihinler, deneyler, işbirlikleri ne ararsanız (ya da aramazsanız) mevcut diskografilerinde. İyi ki varlar.

Yorumlar